Allah insanı topraktan yarattı ve O’nun içine mukaddes RUHUNU üfürdü. Allah’ın, insanın içine ‘Benim ruhum dediği’ ruhundan üfürmesi çok önemlidir.
‘’İnsanın içine ruhumdan üfürdüm.’’(Sure-i Sad 72)
İnsana Allah’tan bir şey üfürüldüyse bu nurdur, cevherdir. Allah’tan gelen her şey nurdur. Allah Nurul Envar, nurların nurudur. Sonsuz kenarsız nur denizidir.
Demek ki İnsan ten ve ruhtan ibaret bir kişidir.
Allah insandan başkasına ruhunu üfürmemiştir. Onun için insanda akıl-anlama ve fikir-düşünce vardır. İnsan, akıl ve fikir yolu ile ilim irfan öğrenir. İlim Allah’a mahsus bir sıfat-niteliktir. Akıl ve fikir de, ruhun sıfatı-niteliğidir. İşte insan ruh yolu ile, Allah’a ait olan ilahi ilme kavuşmakta-kendini ve Rabbini ve evreni bilmektedir.
(Vahiy, üfürük, ilka, ilham bunların hepsinin anlamı iletmektir. Vahiy, ilka, üfürük ilham bunlar Allah’ın kelimesini-Ruhunu ayetini ileten Tanrıya ait güçlerdir. Örneği, cep telefonlarıdır. Telefonlardaki elektronik güç, karşı cep telefonuna kelimeyi-sesi, cümleleri, sözcükleri iletmektedir.)
İnsanı insan yapan, kişilik kazandıran işte bu yüce sıfatlarla donatılmış Allah’a ait, Allah’ın olan, yüce kutsal ilahi Tanrısal Ruhudur.
İnsan RUH taşımasa, dik gezen hayvandan başka bir şey olamazdı daha da alçak olurdu. Çünkü her hayvan kendisine göre bir temizlik yapmasını bilir ve öyle donatılmıştır. Zira ruhu olmayan akıl sahibi olamaz. O nedenle de temizlenmeyi de bilemezdi, çok kirli olurdu.
Ruh, cesede girince, orada çalışmadan durursa, katılaşır bir nevi cismanileşir. Sure-i Yasin'de Allah'ın ''Yeşilden size ateş çıkarıyorum'' (Yasin-80) ayetini örnek-delil gösterdiği gibi bir yeşil ot, yeşil dal, ısı ve aydınlık veren aleve-ateşe dönüşüyor. Işık ve ısı veren ateş parçaları katılaşıp simsiyah kömür oluyor. Isı ve ışık kaybolup soğuk sert bir cisim oluyor. O simsiyah kaskatı, taş gibi kömür tekrar ateşe aleve dönüşüp ısı ve ışık oluyor. Daha örnekleri çoğaltabiliriz. Örneğin, yapısı radyasyon ışınlar olan atomun, molekülleşip cisme dönüşmesi, cisimden tekrar moleküllere, atoma ışınlar enerji ve ısıya dönüşmesi olayı.
Allah Kur'an'da ''Sizin için zor olan benim için kolaydır'' (Hud-4, Meryem-9)buyurmaktadır. Katrilyonlarca(Sonsuz) atomları ve her atomu da orantılı olarak yüce kudret Allah'tan başka kim yapabilir. Bu kadar zor işi kim becerebilir? Bu gün bütün ilim adamları şunu kabul etmiştir:
''İnsan atomu parçaladı fakat asla bir tek atom bile yapamayacaktır.’’ Atom doğal bir gerçektir. Suni, YAPAY bir şey değildir. Hani insan aklı, insan ilmi her şeyi yapabilir, her şeyi bilebilirdi? Hadi dünyadaki bütün fizik ve dünya alimleri birleşsinler, bir tek oksijen yada hidrojen atomu yapabilsinler? Bunun mümkün olmadığını bütün fizik alimleri kendileri söylüyorlar. Ama bu gerçeği bizim sözde aydın ve aydınlanmacılarımıza kabul ettiremezsiniz. Batı dünyayı aştı, fezanın uzayın derinliklerinde araştırma yapıyor, az kalsın uzayı fethedecekler; biz hala onlara kavuşacağımız hayal deryasında cevelan(dönüp dolaşma) etmekteyiz.(*)
Bu doğadaki oluşum ve dönüşümleri mutlak ilim ve kudret sahibi Allah'ın ''Kudret Eli'' yapabilir.. Allah'tan başkası bunu yapamaz.
‘’Feulaike yubeddilullahu seyyiatihim hasenat-Allah seyyiatınızı- kötülüklerinizi hasanata-iyiliğe tebdil eder-dönüştürür.’’ (Furkan 70)
Yüce ilim ve kudret sahibi Allah’ta, cismanileşen ruhu tekrar nurlandırıp, kutsileştirebilir. İşte insandaki bu bir nevi cismanileşen ruhu taşıyan insana, çiğ insan deniyor; bağın korukları gibi. Ruhu parlayan insana da, nurlu, olgun insan deniyor. Bağdaki tatlı olgun üzümler gibi. Her koruk da, korunursa bir üzüm adayıdır.
Bunun gibi, olgun insanda koruk misali çiğ insanlardan oluşur.
‘’Çiğdik piştik elhamdülillah’’ Yunus Emre
Cesedin içinde, zamanla cismanileşmiş ruhun aklı, cüzi akıldır ve gökteki çok küçük yıldızlara benzer; ışığı çok azdır. Gecenin karanlığında küçücük bir ışıktır. Karanlıkları aydınlatamaz.
Parlak yıldızlar ve ay, parlamış kudsi ruhlar gibidir. Güneş ise, Külli Aklı ve en mukaddes külli Ruhu temsil eder. Tasavvufta buna ruhu evvel, Ruhu Azam Hakikatı Muhammediye denir. Külli akıl ve külli ruhtur.
‘’Ya Muhammed, sen, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden (insanları) siracen Münirsin.’’ (Siracen Münir, nur veren aydınlık saçan bir ışıksın-nurun kaynağısın.) (Ahzab 46) Allah’u Taala, gökteki güneş için de Siraç-Nur saçan ışık buyurmaktadır (Nuh-16). Allah’u Taala, nur saçan-sirac kelimesini Hz.Muhammed ve Güneş için kullanmaktadır. Bu durumda Hz.Muhammed(s.av)’in , güneş gibi büyük ruhu diğer ruhları aydınlatmakta ve geliştirmektedir. Ruhlar aydınlanıp, geliştikçe ruhun niteliği olan akıl ve fikir de, aydınlanmakta ve gelişmektedir. Öyleyse Hz. Muhammed’in (s.a.v) ruhu pâki güneş gibi en büyük ruhtur. İlk ruhtur. Bu nedenle Hz. Muhammed’e ve pak ruhuna HAKİKAT GÜNEŞİ denir. Nasıl ki yıldızlar, güneşten gıda alamayıp zayıflar ve sönerlerse diğer ruhlarda, Hz.Muhammed’in büyük sirac-güneş olan ruhundan gıda alamazlarsa zayıflar ve sönerler, cesedin içinde cismanileşirler. Nurdan bihaber ve gafil olurlar. İşte bütün ruhlar, Hz.Muhammed’in(S.A.V) güneş gibi olan ruhundan insanlara üfürülmüştür. Allah sadece güneş ve Hz.Muhammed(S.A.V) için sirac-ışık saçan nur kelimesini kullanmıştır. Ve sadece O’na ‘’Seni Alemlere Rahmet olarak gönderdim’’(Enbiya 107) buyurmuştur. Yani Hz. Muhammed (S.A.V), Allah’ın alemlere rahmetidir. Allah’ın rahmetinden daha büyük ne olabilir?
Öyleyse O Nebiyi Zişan, bütün nebilerden ve velilerden evvel vardır ve hepsinin Seyyididir. ‘’Seyyidel evveline vel ahirin.’’
“Adem su ile balçık arasında iken ben nebi idim’’ (Tirmizi, Sünen, Menakıb-1; İbn-i Hanbel, C.4 S.66)
‘’Eneminellahi vel muminune minni-Ben Allah’tanım mü’minlerde bendendir.’’(Sırrül Esrar, Seyyid Abdulkadir Geylani, S.20 ve 75)
Hz.Peygamber (S.A.V), ancak bir istisna olarak Şahı Velayet Hz.Ali Kerremallahu vechehu ve Şahı Şuheda Hz. Hüseyin Efendilerimiz için:
‘’Aliyen Minni ve Ene minhu-Ali benden bende Ali’denim’’(Yahya b. Adem’den, O da İsrail’den, O da Ebu İshak’tan O da Bera bin Azib’den; Hadislerle Hz. Ali, Nesai, S.59, H. 67 )
‘’Hüseynen minni ve ene minhu- Hüseyin benden bende Hüseyin’denim‘’ buyurmuşlardır. (Ya’la b. Mume’den: Tirmizi, Sünen, 4026)
Allah’ın ‘’Benim ruhum ‘’dediği en mukaddes ruh işte bu Hakikat Güneşi olan (Işık Saçan nur-nurun kaynağı-olan RUHU AZAM Hz.Muhammed’in (SA.V) ruhudur. Bütün ruhların membaıdır. Güneşin, bütün yıldızların membaı olduğu gibi. Bu çok sönük yıldızlar gibi olan ruhlar-akıllar güneş gibi çok muazzam nur olan ilk ruh, ruhu azama yaklaşıp ondan nur almadıkça parlayamaz. Buna Tasavvufta seyri-sülük manevi yolda seyretme yani külli akla yaklaşma denmektedir. Salik, maneviyat-Tanrı yolcusu aklını aklı küll’e yaklaştırmakla ruhunu ve aklını geliştirmek istemektedir. Yani çiğ insandaki ruh, aklı kül olan Ruhu Azama yaklaştıkta ruhu kutsileşmekte ve aklı artmaktadır. Aklın sözcük anlamı anlamak yeteneğidir. Âkil olan ise bu akıl-anlama niteliğini taşıyan ruhtur. Âkil, akleden anlayan demektir. İnsanın içinde bir akleden anlayan vardır, bu da Allah’ın bilim sıfatını taşıyan ruhudur. Ruh öznedir. Akıl eylem sıfattır- kip alır gramerde çekime girer. Külli akılla irtibata geçmeye, onunla temas kurmaya, ondan yararlanmaya çalışan insan işte bu suretle ve bu manevi yolla ruhunu parlatmak ve aklını geliştirmek (artırmak) istemektedir. Bu gibi insanlara Tasavvufta, Hakka Talipler denir. Yoksa kimse aklını kimseye kiralamamakta, satmamakta ve ipotek etmemektedir.
Öğrencinin öğretmenden yararlandığı gibi çiğ insan da(cüzi akıl taşıyan) parlak yıldızlar gibi, kutsi ruh-Külli akla yaklaşmakla ruhu parlamış, aklı bilakis artmış, gelişmiş insanlardır(Hakka talip olanlardır). Bu Hakkı isteyen kutsal Tanrı yolcuları, Yunus gibi büyük zatlara yaklaşmakla, onlardan ışık alıp ruhunu aklını parlatmak isteyenlerdir. Kimse aklını kimseye satmamakta, ipotek etmemekte, bilakis akıl satın almaktadırlar. Olgun- pişkin insan- Yunus’un, Yunusların manevi yolunda seyretmektedirler-yürümektedirler(Seyri sülük yapmaktadırlar). Ne mutlu Yunus Emrelere kavuşan, ruhunu parlatıp; aklını artırmaya çalışan Yunus olmaya uğraşan akıllı insanlara. Akıllı insan, aklını artırmaya çalışan insandır. Bunun yolu da, yıldızların güneşten yararlandıkları gibi Kudüs- Kudsi Ruhtan yararlanmaktır. Başka yol yoktur. Zahiri bilgilerle (kültürle) akıl ne artar ne de gelişir. Zahiri bilgiler kitaplardaki sözleri hafızaya yüklemektir. Bir nevi EZBERDİR. Sanki kitapları, hafızasının sırtında taşımaktadır.
Maneviyat öğrencilerine de önerilerimiz vardır, şöyle ki: Tabii ki bizim bu sözlerimiz, bu açıklamalarımız az çok kültürlü kardeşlerimizedir. Çünkü onlar Yunus Emre’yi de az çok tanırlar. Yunustan maksadım, veliyullahtır. Veliyullah, Allah’ın rızasını kazanmış, Allah’ın gerçek dostu demektir. Yunusu örnek olarak vermem de Yunus Emre Hazretleri’nin halis bir ‘Veliyullah’ oluşu ve onun Anadolu’muzun ortak değeri oluşudur. Yunus Emre, anonim değerimizdir, O’na hiçbir kimsenin ve hiçbir tasavvufçunun karşı olmayışıdır. Diğer okumamış yada ilk öğretim görmüş maneviyat öğrencisi kardeşlerimiz ise masumdur. Bu mü’min kardeşlerimiz bu zamane şeyhlerine hüsnü zan etmekte; onları bir Veli-Yunus bilmekte veya öyle sanmaktadırlar.
‘’Şeyh’’ Arapça ihtiyar ‘’PİR’’ de Farsça ihtiyar anlamınadır.
Yani İslam literatüründeki anlamı ile olgun–pişkin-Kâmil manalarında kullanılmaktadır. Ama bir de müteşeyyihler vardır. Anlamı, şeyhlik taslıyan, kendini halka evliya sözleri ile ve eski evliya kisvesi ile evliya gösteren sahte şeyhlerdir.
İşte bu okumamış ya da az okumuş masum Müslüman kardeşlerimiz, bunları birer gerçek Veli-Yunus bilerek onlara yanaşmaktadırlar. O sahte pirlerin verdiği Esmai Hüsnayı, ismi zat Allah kelimesini, çok çok zikretmektedirler. Allah’u Taala da onların hüsnü zanla yaptıkları çağrılarını(Zikirlerini) kabul buyurup, niyetlerine göre mükafatlandırmaktadır. Bazılarını, Tanrı gerçekten samimi ve iyi niyetlilerinden dolayı koruyup onları geliştirmektedir. Hadisi Şerif te, ‘’Ameller niyete göredir’’buyurmaktadır. (Bu hadis tevatürdendir, Kesin sahihtir. Hz. Ömer r.a.’den Onların Alemi, Seyyid Ahmed Er Rufai, S. 74)
Yalnız okumamış ve az okumuş kardeşlerimden bir ricam olacak. Ricam şudur:
Kendi kendilerine desinler ki, Yunus Emre gibi olmayan ‘Allah’ın Velisi-dostu’’ olamaz. Yunus Emre’nin ise bu dünyada dünyalık olarak nesi vardı?
O gerçekten Veliyullah olan YUNUS EMRE’nin, yaşam biçimini bir de bu zamanın kendilerini Yunus yerine koymuş Şeyhlerin yaşam biçimini kıyaslasınlar. Ve desinler ki, yahu YUNUS Emre’nin ve emsali evliyaların böyle köyleri holdingleri şirketleri böyle bol paraları var mıydı? Bu bir!....
Ayrıca onların devletin katmanlarında-hiyerarşide gözleri var mıydı? Bu da iki!..
Bu insan-ı Kamil bahsini böyle özetleyerek tamamlıyor ve sözlerimi; ‘’En büyük Arif ve en büyük Tasavvuf Pirlerinden Seyyid Ahmet Rufai Hazretlerinin, Yahya Kemal’in ve Kaygusuz Abdal’ın sözleri ile noktalıyorum.
‘’Birisi şeyh-veliyullah olmadığı halde ben şeyhim derse o iblisten de kötüdür. ‘’Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri.
‘'Aradım İstanbul’u Dergah-ı Dergah.
Aradım bir piri dilaragâh
Aba var post var
Meydanda ER yok.
Horasan Erenlerinden
Hiçbir eser yok. ‘’ Edebiyat ve Fikir Adamımız Yahya Kemal Beyatlı.
''Zengin konuşunca beli (evet) diyorlar,
Fakir konuşunca deli diyorlar.
Zamane ŞEYHLERİNE VELİ diyorlar,
Gittikçe çoğalır DELİMİZ bizim.’’
Büyük Tasavvuf Şairimiz Kaygusuz Abdal
Ve yine Türkiye’mizin ve hepimizin kabul ettiği gerçek bir VELİ olan Yunus Emre’mizin o büyük uyarısı ile yazıyı taçlandırıyorum.
‘’Şeriat Tarikat yoldur varana
Marifet Hakikat Andan içeru’’ YUNUS EMRE
Bir de Hakkı arayan sevgili kardeşlerimden şu gerçeği bilmelerini istiyorum.
Bu gün, bilhassa İstanbul ve Anadolu’muzda, güzel yurdumuzda sahte soy şecereli-soy kütükleri ile ve Şeyh icazetnameleri ile dolanan binlerce sahte seyyid ve sahte halifeler dolaşmaktadırlar. Bunlar, Tasavvufa Allah’ın mukaddes tariki (Hak Yoluna) leke sürmektedirler. En büyük darbeyi vurmaktadırlar. Bunlar bu gün hep rant peşinde koşan dünyevi- Dünyaperest, Dünya hayatı ve süsüne tapan sahtekarlardır. Seyyid seyidliğini, evliya evliyalığını ispat edendir. İspatı ise dünya ve dünya işlerinden uzak duran; dürüst fazilet (erdem) sahibi Yunus gibi kendini Tanrı’ya adamış, yüzünü Tanrıya ve arkasını dünyaya dönmüş aziz kişilerdir. Sahte olan soy kütükleri ve icazetnamelerle Seyyidlik (Efendilik-Beyefendilik) evliyalık olmaz. Bunlar, hep hakkı arayan masum mü’min halkımıza kurulmuş tuzaklardır. Büyük velileri ve gerçek seyyidleri, binde bir kişi ya tanır, ya tanıyamaz.
Ziya Paşa’nın:
‘’Dehri arasan binde bir Adem bulunmaz
Adem görünen harleri(Merkepleri) Adem mi sanırsın’’
Sözüne kulak vermeli, iyice düşünülmelidir. Evliya-seyyid, dünyaya arkasını dönmüş, kuru hasır üstünde oturmaya razı, Yunusvari ve Peygambervari bir yaşam yaşayandır.
Hazreti Peygamber A.S. çok az ile geçinmeyi düstur edinmiştir. Onun varisleri olan veliler de, aynısını düstur edinmişlerdir.
‘’İksiri azamdır
Nutku Ehlullah
Yek nazarda
Hâki (toprağı) kimya(cevher) ederler.
Hakkın esrarına
Onlardır AGÂH
Velakin surette
İhva ederler(gizlerler).’’
Unutulmamalı ve iyice bilinmeli ki, Peygamberler de ruhu kutsileşmiş ve Kudsi Ruhu Allah’a yaklaşmış (Mukerrebun) İnsan-ı Kâmillerdir. İnsanı Kâmil (ve Yunuslar) yeterince açıklandı sanırım.
Tek cümle ile: İnsan-ı Kâmil, ten ve kudsi ruh taşıyan insandır. Onun ruhu çok parlak ve mukaddes ve Allah’a Mukarreb-yakındır. Asli görevi ise ilahi marifet-irfan ve irşatdır.
İsteyenleri-talip olanları, irşad ile ilahi marifete kavuşturmak, iman gerçeklerini kemali ile öğretmektir. Dinin aslı da zaten iman umdeleri-ilkeleridir. Buna usulüdin denmektedir.
Ancak Peygamberler toplum hayatını da düzenlerler. İlahi emir ve nehyileri-yasakları helal ve haramı ve ilahi-Kelâmi Hukuku, fıkıh ilmini de öğretir ve uygularlar. Ama veliler bu işle görevli değillerdir. Onlar, kitap ve sünneti ve içtihatları olduğu gibi aynen kabul ederler. Kendileri fıkıh ilmi ile uğraşmazlar. Bu işleri fakihlere-müctehidlere bırakırlar. ‘’O görev fâkihlerin ve müctehidlerin görev alanına girer’’ derler. Veli kullardan, tasavvufculardan da fıkıh ilmini bilenler vardır.
Nebi de veli de İnsan-ı Kâmildir. Ancak Nebinin görevi kapsamlıdır, geniştir. Veliyullah olan İnsan-ı Kamiller ise sadece İLAHİ İRFAN ve irşatla görevlidirler. Bir kısmı sadece seyri sülükle-irşatla meşguldür. Çok azı, ilahi marifetle görevlidir. Telif işleri ile uğraşırlar. Çok az kısmı da, hem irfan hem irşadla görevlidir. Yani her veli, kutsi ruhu ile Allah’a mukarreb yakın olup; kendini ve rabbini bilir. Ancak her veli arif değildir. İrfaniyetleri vardır. Ancak geniş kapsamlı irfana sahip değildirler. Veli ve arif olmak için defter kalem üzerinden çalışmaya da gerek yoktur. Zaten manevi fizik ötesi soyut gerçekleri ve ilimleri öğrenmek defter kalemle olmaz.
’’ Guyubun sırrını gılki kader derci kitap etmez-Gayb Aleminin sırrını takdir kalemi kitaba derc etmez-yerleştirmez. Cüzi akıl fizik alemini anlar soyut alemin gerçeğini anlayamaz, bilemez.Fizik ötesi soyut olan gerçekleri çözemez, anlayamaz. Bu bir gerçektir. Akıl ancak somut âlemi ve gerçeklerini anlar, çözer, öğrenir ‘’ (Sure-i Rum'un 6.Ayeti): ‘’İnsanların çoğu dünya hayatını-zahirini bilir. Ahireti- fizikötesi soyut alemi bilemez’’ Kur’an bu ayetle aklın yeteneğini ve sınırını belirlemiştir. İnsanların çoğundan maksat, cüzi akıl taşıyan insanlardır. Bu ayete göre insanların azı uhrevi (Fizik ötesi) soyut gerçekleri bilmektedir.
Ruh, melek, cin, şeytan, cennet ve cehennem bunlar soyut gerçeklerdir. Cüzi akıl, bu soyut gerçekleri anlayamaz, çözemez, bilemez. Bu soyut gerçeklerden ancak kutsal kitaplar(vahiy) yolu ile haberdar olabilir. O kadar!
Niçin bilmez anlayamaz? Çünkü: Cüzi akıl fiziki ilimleri-sosyal ilimleri(fıkıh hukuk bilimi ve el sanatlarını, güzel sanatları) öğrenebilir. Fizik ötesi manevi soyut gerçekleri anlayamaz, çözemez bilemez (Ruh, melek, cin, şeytan, cennet ve cehennem gibi.) Bu soyut gerçeklerden ancak kutsal kitaplar(Vahiy) yolu ile haberdar olur. Haberdar olmak bilmek değildir. Haberdar olanlardan, bu gerçeklere inananlar olur. O kadar!
Marifet ilmi ise, manevi uhrevi (fizikötesi soyut gerçekleri) bilmektir. Marifet ilmi zahiri ilimler değildir. Cüzi aklın anlayamayacağı gerçekler ise, nasıl defter kalemle okumakla öğrenilebilir. Eğer cüzi akıl bu soyut gerçekleri anlasa çözebilse öğrenebilseydi her okumuş, her filozof birer nebi ve veli olurdu. Yağma yok…..
Fizik ötesi gerçekleri bilmenin yolu ise, nefis ve onun hevası( kötülüğe temayül eden kötü arzu ve istekleri) ile büyük cihat yapmadan mümkün değildir. Buna tasavvufta ‘’ Seyri sülük-kutsal Tanrı yolunda seyretme ruhen ilerleme, aklı kül olan küllü Kutsal Ruha yaklaşma’’ denir. Mesela bir yıldızın güneşe yaklaşması gibi. Kötülüğü emreden ‘’nefsi emmare’’ ve onun heva hevesi yok olmadıkça ruhun ilerlemesi ve cüzi aklın külli akla yaklaşıp gelişmesi parlaması mümkün değildir.
‘’İnnehu le Kur’anun Kerim fikitabin meknun la yemessuhu illel mutteherun- Bu Kur’an çok şereflidir. Kitab-ı meknunun (gizli kitabın) içindedir. Muttahar( tertemiz iç temizliği-ARINMA) olmayanlar bu gizli kitabın içindeki Kur’an ile temasa geçemezler.(Vakıa 77-78-79)
‘’Kad Efleha men zekkeha– İÇ KİRLİLİĞİNDEN-FÜCURDAN ARINANLAR MUHAKKAK KURTULANLARDIR.’’(Ğaşiye 14)
‘’Bel huve Kur’anın mecid fi levhin mahfuz- Bu şerefli Kur’an, levhi mehfuzun (Korunmuş levhanın) içindedir.’’(Buruc 21-22)
Elimizde okuduğumuz yazılı Kur’an, işte bu Kitab-ı Meknun (gizli kitap) ve levhi mahfuzun (korunan levha) içinde olan Kur’an’dır ve Allah’ın kelamının yazılı olanıdır. Allah’ın Kelamı, kadimdir ve Allah’ın sıfatı-niteliği, nasıllığıdır. Allah’ın zatı nurdur. Nurul Envar-nurların nurudur. Allah’ın sıfatı da nurdur. Nur, ışık aydınlık anlamınadır.
İşte bu yazılı olmayıp gizli kitabın ve levhi mahfuzun içinde olan Kur’an (Allah’ın kelam sıfatı) yazılı olmayan ve bit tamam NURDAN OLAN KUR’AN’DIR. Bu nurdan ibaret olan Kur’an’ı (Allahın Kelamını) sırren ruh gözüyle okumadıkça Kur’an’ın batini (İçsel) öğrenimi mümkün değildir. BU ÖĞRETİNİN ADI İSE MARİFETTİR. BU İRFANA ERENE VE NEFSİ EMMAREDEN-ONUN İÇGÜDÜSEL KÖTÜ ARZU VE EMELLERİNDEN (heva hevesinden) ARINIP KURTULAN SALİH MÜMİN-İ KAMİL’E VELİ-dost, ARİF KİŞİ DENİLİYOR.(Bu zatlar nebi ve velilerdir.) Allahı Taala, bu nebi ve veli olan mümin kulunun kalbindedir.
Hz. Peygamberden(s.a.v) gelen Tasavvuf ise HZ.ALİ(K.V) VE HZ. EBUBEKİR(R.A)EFENDİLERİMİZ KANALI İLE, BÜTÜN VELİLERE GELMİŞ OLUP KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEKTİR. ÇÜNKÜ TASAVVUF DİNİN ÖZÜ ASLIDIR. DİĞERLERİ FIKIH İLMİDİR. TASAVVUF İMAN İLKELERİNİN GERÇEĞİNE, HAKİKATINA ERMEKTİR VE BU GERÇEKLERİN İRFANINA SAHİP OLMAKTIR.
Hadisi Kudsi’’ Yere göğe sığmam mümin(Kamil) kulumun kalbindeyim’’ tabi bu mümin kul nefsin kirinden-fücurundan heva hevesinden arınmış olan Hakkel Yakin’e ermiş iman sahibidir. Tam mutmain olan mü’mindir. Mümin-i Kamil’in örneği ise ampul yada fanustur. İşte içinde ışık olan ampule ve fanusa yönelmek gibi, Mü’min-i Kâmil’in kutsi ruhuna ve özü olan kalbine yönelmek de ışığa nura (Allah’a) yönelmektedir. Çünkü nur olan Allah onun kalbindedir. İşte Cebrail, Mikail de dahil bütün meleklerin Adem’e secde etmesinin neden ve hikmeti budur. ‘’Yere göğe sığmam mümin kulumun (kamil mümin yani ademin) kalbindeyim’’ (40 hadis Sadrettin Konyevi sy 82 vahdet Yayınl.İst)
Tasavvufta geçen ‘’RABITA’’ bu anlamadır. Hak yolcusu(salik) Allah’ı bu Kâmil Mü’min kulunun kutsi ruh ve parlak kalp ampulünde yada aynasında aramaktadır. Öyleyse Hak ve Hakikat Mü’mini Kamilin kalbindedir. Allahı, zihninde başka yerde arayan şaşkın olmuştur. Bu rabıta çağrışımını yapan Hadisi Şerif te şudur:
‘’Nezerü ila vechu Aliyyun ibadetün–Hz.Ali’nin vechine nazar etmek (bakmak)ibadettir’’ (Hadisi Şerif Abdullah İbni Mesuddan Taberani, Aziziye, cilt 3 sy 417)
İşte bu Hadisi Şerif nedeni ile Hz.Ali’ye ‘’Şah-ı Velayet-Müminlerin Reisi- İlmin Kapısı ve İmamel Muttakin’’ buyurmuşlardır, Cenabı Peygamber Aleyhisselam’’ Takva ise maddi manevi ilimleri bilmekle mümkündür. ‘’Allah’tan ancak alimler (Tabi maddi manevi ilimleri bilenler) haşyet eder-korkar.’’(Fatir 28)
Bütün Alimlerin ariflerin reisi baş öğretmeni ise Hz.Ali Efendimizdir.
‘’ Ben ilmin memleketiyim, Ali kapısıdır’’ Hadisi Şerif Tırmizi,Sahih, cilt 21 sayfa 399)
Ve bu nedenle de Hz.Ali Efendimize ‘’Kerremellahu Vechehu-Allah, onun yüzünü mükerrem-çok şerefli kıldı’’ buyurulmuştur.
Allahu Taala ‘’Sizin en şerefliniz Allah’tan en çok takva edeninizdir’’.(Hücürat 13)
En muttaki kul ise en bilgin olandır. Haşyet korku ise gerçek bilgi ile olur.
''Miraca çıkarıldığım gece Rab'bıma vardım(Azze ve Celle). Rabbim Ali hakkında bana üç hasletle vahyetti: 1- O, Müslümanların efendisidir. 2-Takva sahiplerinin imamıdır. 3- Alın ve kolları beyazla nişanlanmışların(seçkinlerin) kumandanıdır. ( Kudsi Hadis- İbni Neccar ve İbni Kani r.a.dan, Suyuti Camiul Kebir, Bezzar, Müsned Hakim el müstedrek)
Hz. Ali’nin(k.v) pak yüzü Allah’ın ve Resulunun en büyük aynasıdır. O, Peygamber Efendimiz’den sonra (s.a.v) en büyük alimdir. Onun için Allah’tan en çok takva eden O’dur. En şereflimizde odur. Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhisselam Efendimiz ise cümle evliya ve enbiyanın şahıdır. Mefharidir. Mefhari Azamdır. En büyük öğüncemizdir. Allah’ın göz bebeğidir. Alemlere rahmetidir. Efendimiz, Allah’ın rahmetidir. Allah’ın zatından sonra Allah’ın rahmetinden daha büyük kim vardır? Peygamber Efendimiz ilmin (ilm-i hikmet-ilm-i marifet-ilm-i hakikat-ilmiledunun) memleketi, denizidir. Mukaddes Efendimiz(s.a.v) ilim denizidir. O, İlim şehrinin- denizinin kapısı da mukaddestir. Hazreti Ali, hidayet yolunun imamıdır. Şahı Velayet ve İmamel Muttakindir. Bunun böyle olduğunu hariciler ve Emevilerin dışında bütün Ehl-i Sünnet ve Şia uleması(Bilginleri) ittifakla kabul etmişlerdir. Hariciler ve Emeviler cennetle müjdelenmiş olan ilmin Kapısı HAK İMAM HZ.ALİ (K.V) efendimize, karşı gelenlerdir. Bu iki sapık fraksiyonun öncüleri Kur’anın Sadece zahirini kabul edip, Hadisi Şerifleri görmemezlikten gelen ve diğer bilginlerin hepsinin yorumlarını (Fıkhi, felsefi, kelami ve Tasavvufi yorumcularını) reddedip Kur’an’ın zahirini de kendilerine göre yorumlayıp kendi yorumlarının dışındaki bütün yorumları ve yorumcularını reddederek tek kendi yorumlarının doğru olduğunu iddia eden müddailerdir. Yani dini,İslamı tekellerine almak isteyenlerdir.
Dini İslamı tekeline almak hiçbir İslam bilgininin ve hiçbir mezhebin haddi değildir. Her İslam alimi görüş getirir, yorum yapar. İsteyen istediği bilginin yorumunu kabul eder. Bu her alimin ve her Müslümanın vazgeçilmez hakkıdır. Bu haricilerin ve Emevi bilginlerinin öncüleri olan Davudi Zahiri, Emevi soyundan ve Emevi bilgini olan İbni Hazm ve Onu izleyen İbni Teymiye ve halen bu Zahiri yorumu pratikte dayatma ile uygulayan vahhabilerdir. Calvin ve Luther( Protestanlar) de, İncil’in Zahirine ve O’nu da, kendilerince yorumlayarak İncil’e sahip çıkıp, diğer bütün İsevi (Hıristiyan) yorumcularını ve mezheplerini Katolik, Ortodoks, Grogeryan- Ermeni, Süryani vb. bütün İsevi mezhepleri ve yorumlarını inkar ederek İncil’i ve Hıristiyanlığı tekellerine almak isteyen Protestanlardır. Luther ve Calvin, İncil’in zahirine sahip çıkıp tüm İsevi mezhepleri reddeden bu Protestanlık görüşünü, bizdeki Miladi 1250 yıllarından önce kurulmuş Haricilerden ve Emevi din yorumcusu ve Emevi soyundan olan İbn-i Hazm (İspanyalı-İspanyada doğmuş ve ölmüştür.) ve İbn-i Teymiye ve Onları izleyen benzeri kişilerin kitaplarından esinlenmişlerdir. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için www.varliktanveriler.com dan İŞİN ÖZÜNÜN ÖZÜ başlıklı 85 nolu veriye bakabilirsiniz.) Unutulmamalı ki; Luther ve Protestanlar ayrıca bir Türk düşmanıdır. Müslümanlardan en çok Türk soyuna düşmandırlar. Protestanlar, adil olan milletimiz Türk Milletine, iftira ve hakaret etmektedirler. Bizdeki Luther, Calvin (Protestan) hayranlarının bu gerçeği bildikleri halde niçin üstünü örttüklerini hep düşünmüşümdür. HALKIMIZIN DİKKATİNE BU HUSUSU ARZ EDERİM. Bizdeki kendilerini selefi diye adlandıran ve radikalizmi (Cihat adı altında) kendilerine düstur edinenler bu yeni Hariciler ve Zahiriyecilerdir. Onları izlemektedirler. Çok az bir ekaliyettir. Marjinaldır. Bunlara ifratçılar denir. Haşa ki, onlar bizim selefi salihin dediğimiz, O Hasan-el Basri vb.gibi, büyük Zatlar olsunlar. Bunlar bir nevi yeni hariciler ve Zahiriyecilerdir. Bu iki fraksiyon cennetle müjdelenmiş Hz.Aliye, karşı gelen ve Onu beğenmeyen, Emevi ve Harici sapıklardır. Yani bu hariciler ve Emevi din yorumcularına göre, ilmi bizzat Hz.Peygamber’den öğrenen İlmin Kapusu ve on cennetlikle müjdelenenlerden birisi olan Hz.Ali (k.v) Efendimiz Kur’an ve sünneti bilmiyor kendileri biliyor. El insaf doğrusu buna kargalar bile güler.
Rabbımız ve Mevlamız (velimiz) Allah bütün Mü’minleri Müslümanları hepimizi Hoca-i Alem, İlmi Ledün Sultanı, İlmin Memleketi, membaı, denizi Şah-ı Risalet Penah Peygamberimiz Efendimiz Muhammed Mustafa Aleyhisselatuveselam’dan ve O’nun Mukaddes Ve Muazzez kapusu Hz. Şahı Velayet Penah Hz.Aliyyel Murteza Keremalllahu Vechehu Efendimizden ve O’nun hidayet yolundan ve pak evlatlarından ayırmayıp zatına kavuşmayı, kurtulmayı, ebedi mutluluğa ermeyi fazlı rahmeti ile lütfü ihsan buyura.
Unutulmamalıdır ki; çok yüksek kutsi ruhu taşıyan arif olan gerçek Ashapların çoğu ümmi idiler. Yani yazı bilmez idiler. Onlar Peygamber’i kulak yolu ile dinlemek sureti ile ve nefisleri ile cihat yaparak, o yüce irfan ve kudsi mertebelere ermişlerdir. Tabi bunlar, Ashap içinde ki; Allah’a mukarreb-yakın olanları idi. Bunların dışındaki gerçek Ashablar ise Kur’an’da sözü edilen ‘Ashab-ı Yemin’’ olanları idi. Yani orta derecede olan Salih mü’min olanlar idi. Mü’minlerden Allah’ın yücelttikleri vardır. Bir de şu gerçeği bilmek lazımdır. Allah ve Resulunun ilk muhatapları ilk mü’min kardeşlerimiz olan Ashablardır. Ashabların bir kısmı mukarrebun (Hakka yakın olanlar) bir kısmı da Ashab-ı Yemindir. Bu gün de gerçek müminlerin durumu bundan ibarettir. Kur’an-ı Kerim’ göre, mukarrebunlar kalil (az), ashabı yemin ise çoktur.
‘’Yerfeillahillezine amenu minkum – Mü’minlerden Allah’ın rafi kıldığı-yücelttikleri vardır.’’( Mucadele 11)
‘’Utul ilme derecat – Mü’minlere derece derece İlim verildi’’ (Mücadele 11)
Mukarrebunların, Allah’a yaklaşanları-illiyunlar (Aliler yücelenler) idiler. Kardeşlerim, bu açıklamaları bu gerçekleri sizlerle paylaştıktan sonra; bütün gerçek Tasavvufçuların (Velilerin ) birleştiği ortak yargılarını size sunuyorum:
‘’İnsanı Kâmili(Ademi) İnsanın gerçeğini’’ bilmeyen, Peygamberleri de Nübüvveti de bilemez, tanıyamaz. Ancak onlara inanlar olur o kadar. Hakikat-ı gerçeği bilemez. İşte dön dolan gene ortak değerimiz gerçek Veli-İnsan-ı Kâmil, Yunus Emre’mize geldik ve sözü O’na bırakıyoruz:
‘’İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini(Ademi- insan gerçeğini) bilmedin
Ey hoca ya nice okumaktır’’
Ve Mevlana;
‘’Ey okumuş yazmışlar (Müderrisler, hocalar mollalar, hahamlar, ruhbanlar) siz her şeyi biliyorsunuz. Ancak en önemli olanı–kendinizi, Adem-i İnsanın gerçeğini bilmiyorsunuz.‘’ buyuruyor. Emeğiniz boşadır demek istiyor.
Örnek: Ağacın, ormanın her şeyini gövdesini dallarını yapraklarını çiçeklerini bütün detayı ile bilen çoktur. Ancak çekirdeğin ne olduğunu-sırrını bilen çok azdır. Bütün ağaçların ormanların aslı çekirdektir. Çekirdek Özdür. Kainatın evrenin özü de İNSAN-I KÂMİL- ADEMDİR. ADEM LER (Nebiler ve veliler) İnsan-ı Kâmillerdir. Ademin özü de yüce yaratıcı Rabbbül Alemin olan tek ilah tek varlık- Allahı Azimuşan’dır.
Ey insan kardeşim, bak Hüsnü Aşk’ın yazarı Mevlevi piri-dedesi yüce Şeyhimiz Şeyh Galip Hazretleri senin için ne söylüyor:
‘’KENDİ NEFSİNE HOŞ BAK ZUBDE-İ ALEMSİN SEN
MERDÜMÜ DİDEİ EKVAN OLAN ADEMSİN SEN’’
Türkçe’ye çevirisi :
‘’Ey insan kendi kendine hoş bak
Alemin evrenin özüsün sen
Kainatın gözünün bebeği olan Ademsin sen’’
Ve Erzurumlu İstanbul’da Metfun Osman Kemali Hazretleri de senin için bak ne buyuruyor:
’Ey nütfe iken ahseni takvim olan insan
Bil kadrini bil sureti insan ele geçmez’’
Ve kendini bilmeyen insan için ise, aynı zat şunu söylüyor:
‘’Sireti (içi) hayvan dolu surette insan istemem
Meyli esfeldir onun, hayr işlese eyler vebal’’
(Böyle bir insanın temayülü alçağadır, zahiren hayr-iyi işler de yapsa, vebala girmiş-günah, şer işlemiş olur)
Adem (A.S) ve Hz.Peygamberimiz (S.A.V) ile ilgili olarak bir şairimizden çok ilginç, düşündürücü bir hikemi şiiri sizlerle paylaşıyorum.
‘’Bildiği çün sülbü pâkinden zuhurun Ya Resul!
Etmedi La tekreba nehyinden ictinab
Değil iğvai şeytan, kandıran Adem’le Havva’yı
Bu bir Esrar-ı HAK’la şive-i teşrifi ‘’AHMEDDİR’’ ‘’
Türkçesi;
Ya Resulallah, Adem biliyordu ki; Sen pâk sülbünden geleceksin.
Bu nedenle,Allah’ın ‘’O ağaca yaklaşma’’ diye menettiği sözünden ictinab etmedi (çekinmedi).
Adem’le Havva’yı kandıran aslında şeytan değildir,
Bu bir HAK sırrı ile Hz. Ahmed’in teşrifinin bir şivesidir
Evet İnsan Kardeşim, kendini-insanın gerçeğini bil. Eğer kendini, insanın gerçeğini bilmeden gidersen bir milyar cilt kitap okumuş da olsan Arapça (Sarf-nahıv) Farsça, İngilizce hatta on lisanda bilsen, bil ki; Hakkın huzuruna koyu cahil gidersin. Ve Kuran’ın (Meseli Himar) diye örneklendirdiği sırtlarına kitap yüklenmiş aptal yaratıklar (Cuma-5) örneğini de unutma. Daima hatırında tut.
Bu sırtlarına, hafızalarına kitap yüklenmiş aptal yaratıkların tuzağına düşme. Allah’u Taala bizi de, sizi de bu Allah’ın yolunu tıkayan her şeyi bilip de kendini bilmeyen sadece zahiri bilen, metafizik gerçekleri (manevi bilgileri bilmeyen) ve bu zahiri bilgileri insanlara tuzak ve kendileri için maişet ve şöhret aracı olarak kullanan zahiri bilginlerin tuzağına düşmekten korusun.
Yine de Ey Hak’kı arayan sevgili kardeşim! Sen Hak’kı hakkı ile bilen Arif-Kamil Yunusu, Yunusları aramaya devam et. Eğer bulursan Allah rızası için bu fakire de haber ver. Çünkü Müslümanlar şuna inanmıştır ki; Allah bu yer yüzünü kıyamete, kader Peygamberin gerçek manevi ruhani varisleri olan veli kullarından (yunuslardan) mahrum etmez. Ancak onları ilahi kubbenin altında gizlemiştir. Halis mü’min olmayan kullarına tanıttırmaz.
Niyazi Mısri Hazretleri :
‘’Bir hazinedir tasavvuf malik olmaz her hasis‘’ buyurmakta ve bu gizlilik sırrına işaret etmektedir. Evet, sen aramaktan vazgeçme. Eğer aradık ama bulunmuyor diyorsan; Mevlana Hazretlerinin şu sözüne kulak tut: Ey Mevlana, sen arayan bulur diyorsun ama, biz aradık bulunmuyor diyenlere ’’Deli gibi-ateşli aramamışsın’’ buyurmuştur. O nedenle bıkmadan usanmadan aramaya devam et. Çünkü aradığın, çok çok kıymetli, tükenmez bir hazinedir, aramaya değer, çok yüce bir DEĞERDİR. Eğer gerçekten arar bulamaz, yorulursan bil ki senin bu yorulmana acır. Bu Hak arayıcı bizi gerçekten arıyor der. Aradığını ispatladı, çok yoruldu der. Allah’ın izniyle O YÜCE İNSAN kendisi seni bulur. O, mübarek kâmil ve Salih bir mü’mindir. Yere göğe sığmayan O’nun kalbindedir. Onun kalbi Kâbe-Allah’ın evidir. Manevi Kâbe, mü’mini kâmilin nurlu kalbidir. Bir de şu müjde Kur’an ile sabittir.’’İnanmayanlara bir veli mürşid yoktur’’(Kehf 17) Öyleyse mü’minlere bir veli-mürşid vardır. Allah gerçek mü’minlere bir veli-mürşidi lütfüyle göndermektedir. Bu Allah’ın kuluna yardımıdır. Ve şu müjdelerle de vaad buyurmuştur. O müjdeler şunlardır:
‘’Ve kane hakken aleyna nasrul mü’minin- Mü’minlere yardım etmek üzerime hak oldu’’ (Rum 47)
‘’Hakken aleyna nüncil mü’minin-Mü’minleri kurtarmak üzerime hak oldu’’(Yunus 103)
‘’Bir insan gerçek mü’minse, onun yardımcısı ve kurtarıcısı büyük yüce Allah’tır. Yüce Allah, mü’min kuluna bir veli-mürşid göndererek, O’nu irşad edip kurtarmakta ve yardım etmektedir. Onun için diyoruz ki; yine de sen Allah’ın ‘’ VELİ-MÜRŞİD ‘’ diye nitelediği VELİ KULUNU aramaya devam et. Ayrıca şunu da bil ki; Allah ruhlar alemini, ruhaniler ‘’Nuraniler’’ kudus-kutsi ruhlar ve melekler ile, dünya alemini de insanlar ile yönetir.Allah, alemleri alemlerle yönetir.
Her şeyin bir sebebi vardır. Sebepler silsilesi ile yönetir. Allah’u Taala,
’’Errahmanu fes’el bihi habira-Rahmanı, rahmandan haberdar olandan sor’’(furkan 59) .Demek ki Rahmanı Rahmandan haberi olandan soracağız.
Burada rahmandan haberdar olan, bizimle rahman arasında bir araçtır. Ayrıca ‘’Vebteğu ileyhil vesile-Vesileye araca tabi ol, Allah’a kavuşmak için’’(Maide 35)
KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN
27.09.2006