Ölüm biyolojiktir. Hayvan nasıl ölürse, insan da öyle ölür. Ruh çıkmakla insan ölmez. İnsan, öldüğü için ruh çıkar. Çünkü ruh, Tanrının ilim ve konuşma sıfatını taşıtan kutsal bir Tanrı belirtisidir. Nur’dur. Ruh için ölüm denilen şey düşünülemez. O , Güneşin ışık huzmesi gibi, Tanrıdan ayrılmaz. Tanrıdan insana uzanır, insan ölünce tekrar Tanrısına çekilir. Ruh, Tanrı ile beraber, Tanrıdan zuhur edip, O’nunla ebedidir. Çünkü, Tanrının kutsal nefesidir. “İnsana ruhumdan üfürdüm” (Sad, 72). Ruh ölmediği gibi, uyumaz da. Nedeni, Özü, kaynağı olan Tanrısının ölmeyip ve uyumamasıdır. Tanrı ölmez ve uyumaz. Ebedi diridir.
Rüya, ruhun iç âlemdeki görüşleridir. Ruh diri olduğundan, O daima çevresinde bir şeyler görür. Bu görüş, Onun o andaki bulunduğu makam ve mertebesine göredir. İç âlemin sufli, alçak mahallinde ise, alçak ve korkunç mânevi nesneleri görür. Ancak, insan uyuyup dış âlemle ilişkisini kestiği zaman, ruhunun bu görüşlerinin bir kısmına muttali olur. Uyanınca, onları hatırlar. Ve bu işleme rüya denir.
İnsanın ölümü de hayvanlardaki gibi biyolojik ölümdür. Ölüm bedenin hastalanması veya şiddetli parçalanması ile kalbin durup, çalışmaması ve bu suretle de kan dolaşımının inkıtaa uğramasıdır. Kan dolaşımı
Yapamayan bedenin, artık canlılığını devam ettirmek olanağı kalmaz. Bu duruma delen bir insanın bedeninde ise, artık Tanrının kutsal ruhunun kalması da anlamsız olur.
Ölmüş insan bedeninden, kutsal emanet olan ruh, varlığın özü ve kaynağı olan Tanrıya döner-çekilir. Beden ampül gibidir. Ampül, bozulur veya kırılırsa, elektrik artık kendini göstermez. Ancak ampülün bozulması veya parçalanması, elektiriğin varlığını yok edemez. Kabloda elektrik yine vardır, fakat gizlenmiştir. Ruh ve nur da bunun gibi, hem gizli, hem açıktır. İsterse Tanrının izni ile belirir, etkiler. İsterse gizlenir, sır olur. Nitekim, Tanrı Kur’an’da “Allahü nurussemavati vel ard – Tanrı, Göklerin ve yerin Nur’udur-ışığıdır.” (Nur,35) âyeti ile bu gerçeği açıklamış, elektriğin icadı ile de yer yuvarlağında nur olduğu kesinlikle anlaşılmıştır. Güneş, Ay ve Yıldızlar da Tanrının beliren nurlarıdır.
Tanrı bu âlemi (Nasut-madde âlemini) yaratmayı dileyince, Hellak –büyük yaratıcı – adıyla Güneşi, Lahut- Uluhiyet- nurundan yaratmış ve Onu madde âlemine hesap ve nizam ile göndermiştir.Güneş, kendi etrafında sağdan sola hızla dönen, büyük bir nur parçasıdır. O her an Tanrının Mecid –yenileyen- adıyla tazelenir. Çünkü Güneş ve bütün nesneler,varlığın kaynağı olan Tanrının zât nurunda, her an yok olur ve tekrar var olurlar. Med-cezir olayı gibi. Nesneler, her an varlığın özü, sınırsız nur olan mutlak varlığa çekilir, geri uzanır. “Görmezmisin gölge Tanrının izni ile nasıl uzanıyor? Tanrın dileseydi uzanmazdı” (Furkan, 45) Yani, varlığın kaynağına gömülen nesneler tekrar belirmez, kâinat olmazdı.Bir dairenin, merkezine çekilip geri açılması gibi varlıkta da da , bir yumulup –açılma vardır. Bu olayda, bir eksilme ve artma olmaz, ancak bir yenileşme olur.Bu daimi yenileşme devam eder. Atomdan, Güneşe kadar her an bir yok olup, tekrar var olma vardır. Özellikle Güneş, her an büyük nur Tanrıda yok olur ve tekrar var olur –tazelenir-.Tazelenen Güneş, kâinatı ve içindekileri tazeler. Yıldızlar, daima yumulup açılırlar, bize bu gerçeği anlatmaya bir örnek olurlar. Ancak, bu yok ve var oluş aynı anda olduğundan, insan var görür. Varlık yokluğa hakimdir. Işığın karanlığa, görmenin görmemeye hakim olduğu gibi. Bu olayda tekrar da yoktur. Her an benzeri yaratılır. Tekerrür, aczdir. Her an, tazelenmeden bir tekâmül meydana gelir. Soluk alıp verme ve maneviyatta, kabız ve bast denilen kalbin kapanıp ve açılması da bu sırdandır. Kur’an da, akıl niteliği taşıyan ruh da, her an Tanrıda yok olup var olma nedeni ile tazelenir. Onun için Kur’an’a “Kaf vel Kur’anil mecid- Tazelenen Kur’an” (Kaf,1) denilmiştir. İç ve dış âlem bu sırla her an tazelenir, olgunlaşır. Bu olgunlaşma sonsuza doğru uzar gider. Ampülden ışık neşreden elektrik salisede yüzlerce defa yok olup, tekrar var olmaktadır.Ancak bu hızlı yok ve var oluş olayında aydınlık karanlığa hakim olduğundan, biz onu aydınlık görürüz. Yoksa, yok olduğu zaman, o da aynen karanlıktır. Bu hızlı olayda farkına varamayız. Buna benzer daha bir çok örnekler düşünülebilir.
Tanrı Kur’an’da, “Rabbın, Güneşi gölgeye delil etti” (Al, Furkan, 45) demektedir. Yani güneş olmasa, gölge olmaz. Gölgenin varlığı ışığa bağlıdır. Işık gölgesiz de vardır. Bunun gibi nesneler de Tanrının belirtisi, bir çeşit gölgesidir.Tanrı olmasa, nesneler olmaz. Fakat nesnelerin kaynağı olan Tanrı, Samed- alemlerden müstağnidir.Onun,âleme ihtiyacı yoktur. İnsan ve tüm nesneleri, kendi varından var eden O’dur. Biz var olmada ve varlığımızı devam ettirmede O’na muhtacız. Muhtaç olan, kuldur. Varlığında ihtiyaçtan beri olan Tanrı, Efendi, Rab’dır. Alemleri ve bizi yönetmekle, bizim ve âlemlerin Rabbıdır. Biz, onun kullarıyız. Çünkü Onunla var olur, Onunla geçici de olsa belirli bir sürede varlığımızı devam ettiririz.
Güneşte, bütün madenlerin aslı da vardır. Daha da dünyanın ve yıldızların alamadığı bir çok bilinmeyen madenler vardır. Biyolojik âlem de, Güneşten aldığı enerji, ışık, ısı,ve madenlerle meydana gelir. Yıldızlar ve Ay, onda kitle halinde ayrılmış, kendi etraflarında hep sağdan sola dönmekle beraber, onun etrafında da dönerler. Hepsi bir hesap ve nizama dayanır. Güneşten de ayrıca faydalanırlar. Meyveleri Güneş oldurur, tadını Ay ve Yıldızlar verir.
“Tanrı, her şeyi insana musahhar –bağlı- kıldı” (Gaşiye, 13) ayeti, insanoğlu Fezaya yükselmiş ve insan gözü Ay’ı görmüştür. Ay’da, su ve oksijen yoktur. Onun gerçeği, Rus astronotları veya başka milletlerin astronotları gittiği zaman daha da açıklığa kavuşacaktır. Ay’ı ancak Ruslar 25 yıl sonra göreceğine göre, bu gün Amerikan insanının ulaştığı bilim seviyesi hürmete değer bir düzeydedir. Başka bir milletin insanının bizzat Ay’ı görmesi daha faydalı olacaktır kanaatindeyiz.Bu husustaki bazı bilimsel şüpheler de o zaman tam açıklığa kavuşur. Mesela televizyon neşriyatının nasıl yapıldığı ve benzeri gibi düşündürücü ilmi konular…
Tanrı__nın bilim niceliğini taşıyan ve Onun yer yüzündeki halifesi – Tanrı adına iş gören- olan İnsan gerçekten çok büyüktür. Bir gün gelip, Gökte hayat bulunan bir yıldız vardır, belki de Tanrı izin verirse bu yıldızı bulacaktır. Akla öyle geliyor ki , bu feza araştırması, bu çaba da onun içindir. Bu nedenle, bizim de bilime ve insanlığa bir katkımız olur mülâhazası ile, iç alemden keşfen tesbit edilmiş bazı gerçekleri açıklayacağız.
Gökte, hayat olan bir yıldız vardır. Buna daha önce işaret eden bazı Ârifler, İslâm âleminde mevcuttur. Bu yıldız, dünyanın paralelindeki yıldızdır ve uzaklığı dünyanın Güneşe olan uzaklığı kadardır.Bu yıldız, dünyadan daha geç tekâsüf etmiştir.Havası, dünyanın havasından biraz değişiktir. Sarp ve çıplak dağları vardır. Ekseri bakır ve altın madenleri vardır. Su, ırmak ve deniz bulunmaktadır. Nebat olup, nebatları dünyanınkine benzemez. Meyveler henüz gelişmemiş, iptidai durumda, nasıl yaratılmış ise halen öyledir.İnsan ve hayvan olmayıp, pamuk, keten v.s. ye benzer elbiselik kumaşlık bitkiler vardır. Fazla dayanlıklıdırlar. İnşallah Tanrı izin verir ve insanoğlu kıyamet kopmadan bu yıldızı bulmak olanağına kavuşur.
Bizden evvel bazı Tasavvufcular, şifa olan bitkilerden bahsetmiştir. Biz de, bu gün insanlığa çaresiz kaldığı kanser hastalığına kesin şifa verecek bir bitkiden söz edeceğiz. Bu bitki, memleketimiz olan Adıyaman’da “pembe Muhammediye gülü” diye bilinen bir gülün tohumudur.Bu gülün tohumu, kırmızı ve üzüm büyüklüğünde, bir kırmızı kapsül içerisindedir. Hiçbir yan tesiri yoktur. Memleketimizde bunun reçeli bile yapılır. Çekirdeğin içinde, kahverengi ve ışık neşreden katı bir mayi vardır. Bu tohumun kansere faydası kesindir. Kardeşim Abdülkadir Yardımcı vasıtası ile, ilgili mercilere durum bildirilmiştir. Tahlil neticesi inşallah müsbet olacak ve insanlık fayda görecektir.