Rab Allah, ezeli vücud, (Gerçek Var, sonsuz, kenarsız, eşsiz birdir). Sonsuz, kenarsız ve Nur olan Zat-ı Mutlak Allah Arşın üstündedir.(a) Yeryüzündeki yani madde âlemindeki bir insanın Arş ve üstündeki sonsuz ve muazzam nur olan Allah ile temasa geçmesi mümkün olamaz. Zira Arş da Nur’dur. Sure-i Rahmanda geçen Sultan yani Manevi Güç Allah’ın Kudsi Ruhu, Kutsal Ruhlar ve Meleklerdir. (b)
Kudsi Ruhlar ve Melekler Sıfat-ı Zat-ı Bari’dendir. Alem-i Emr’dir. Vucud-u Mutlak AllahNur dur.Yani, gerçek vücud Nurdur. Zat ve Sıfattan ibarettir. (Özne ve nitelik ) Bu kudsi ruhu yeryüzünde taşıyanlar ise Nebiler, Veliler, büyük Tasavvufçular ve İnsan-ı Kâmil’lerdir. İşte çiğ insan yeryüzünde bulunduğu müddetçe bu ilahi Sultanı, ilahi Gücü bulmadıkca, onunla mülaki olmadıkça, yani temasa geçmedikçe yedi kat göğün ve Arşın üstündeki ilah ile ilişki kuramaz. Çünkü çiğ insanın ruhu beden ile, madde ile fazla ilişki kurduğundan zamanla kudsiliğini, latifliğini kaybedip, bir nevi cismanileşmiştir (Enerjinin yoğunlaşıp cisimleşmesi gibi). Allah madde alemini Zatı ile değil, Sıfatı ile kuşatmıştır. Bize yakınlığı sıfatı ile, ilmi iledir. Yoksa Allah, âlemlerden müstağni ve alemlerin ötesindedir. Yeryüzündeki aciz insan, âlemlerin ötesinde olan Allah ile ilişki kurmak gücünde değildir. O nedenle, Allah bir insana ya bizzat Sultanını gönderir ya da yeryüzünde sultanı olan – Gücü olan, Mukaddes Ruhu taşıyan Nebisi veya Velisi ile yardım eder. Peygamber A.S’a Sure-i Isra ‘da Rabbimiz:
“Rabbi vecalli min ledünke sultanen nesiyra” diye emir ve öneride bulunmuştur.Anlamı: Ya Muhammed de ki : Ya Rabbim kendi ilahi katından sultanı bana yardımcı kıl (Yani ilahi bir gücünü bana yardımcı et).''İn küllü nefsin lemma aleyha hafizun''(Her insanın üstünde bir hafiz(koruyucu-gözetleyici) vardır.(Târık-4)
Şafak, güneş için ne ise, Kudsi Ruhu taşıyan Nebi ve Veli de Allah için odur. İnsan şafağı görmedikçe, güneşi göremez. Bunun gibi Kudsi Ruh taşıyan Nebi ve Veliyi de bulmadıkca, Allah’ı bulamaz ve O’ndan doğrudan yararlanamaz. Nasıl ki şafak güneşin bir belirtisi, ışığı ise, yani sıfatı - niteliği ise, Kudsi Ruh da Allah’ın bir belirtisi, nuru, ışığı, ilahi nefesi yani, Zatının niteliğidir. Zat sıfat ile bilinir.
(a) Er’rahmanü alel’arşisteva – Rahman Arşı istila etmiştir (kuşatmıştır) (Taha Suresi 5. ayet)
(b) Ya ma’şerel cinni vel’insi inisteta’tüm en tenfüzü min aktarissemavati vel’ardı fenfüzü , la tenfüzune illa bisultan – Ey İnsan ve cinlerin toplulukları! Göklerin ve yerin tabakalarını geçebilir misiniz? (Geçme istidadınız, yeteneğiniz var mı?) Geçiniz, geçemezsiniz. Ancak SULTAN (Çok Büyük İlahi Manevi Güç ile geçebilirsiniz. Allahu Taala'nın 'SULTAN' diye nitelendirdiği çok büyük Manev-İlahi Güç; Allah katından gelen bir manevi güç 'SULTANDIR'. Bu büyük güç, Ruhul Kudus ve Ruhul Emindir. Bu mukaddes ve çok güçlü ruhu, ancak Nebiler ve Veliler taşır (Yani İnsan-ı Kâmiller). Yani bu Mukaddes Ruh Allah'ın sıfatıdır. Allah'tan uzanan bir nurdur. Bu mukaddes Ruh Allah'ın elidir, eli sayılır. (Rahman Suresi, 33. Ayet) Hablillah (Allahın ipi)da bu kutsal ruhtur.
Allah’ın Kudsi Ruhu bazen Nebi, bazen Veli olarak görünür. Nebi ile Veli arasındaki fark şudur: Her Nebi aynı zamanda halis bir Velidir. Ancak her Veli, Nebi değildir. İnsan-ı Kâmil olan Nebi aynı zamanda Veli olduğundan taliblerine hidayet ve irşadla da görevlidir. Nebi olarak şeriatla da görevlendirilebilir ve ilahi yasaları helal ve haramları, ibadet ve şekillerini tebliğ eder, sosyal konularla ilgilenir. Ancak Veli bunları yapamaz. O sadece hidayet ve irşadla uğraşır. Zira, Peygamber Efendimizden sonra Nübüvvet bitmiştir. Ancak, hidayet ve irşad devam etmektedir. Nitekim Allahü Teala “Ve ekmeltü leküm dineküm” buyurmak suretiyle dinin tamamlandığını, bununla da Nübüvvetin son bulduğunu vurgulamıştır. Ama iman ve irşadın tamamlandığını hiç kimse iddia edemez. O halde Allah’ın Müminlerle diyaloğu devam etmektedir. Her Nebi ve Veli Allah’ın Kudsi Ruhunu taşır. Kudsi Ruh, Allah’ın yeryüzüne uzattığı, gönderdiği nur– ışıktır. Örneği ;güneş ve gönderdiği ışığı gibi..
Nur olan Kudsi Ruhu taşıyan Nebi ve Veli ampül gibidir. Tasavvufta buna İnsan-ı Kâmil (pişkin, olgun insan) denir. Böyle bir kâmil zattan Hakka talip olan bir insanın kalbine nur-ışık gelmedikçe - ki o zatın ruhu güneşin şafak ışınları gibi Allah’ın yeryüzündeki nuru, ışığıdır. Allah’ın sultanı –gücüdür. İnsan-ı Kâmil’in kalbinden ruhu, kalbi kararmış bir insanın kalbine ilahi nur naklolmadıkça –ki buna Tasavvufta “Telkin-i Nur, Feyiz, Telkin-i Zikir” denir- o insanın kalbi Allah’ı zikredemez. Kalben Rabbın zikri olmadıkça da, o insana ilahi nazar olmaz. (c)
İlahi nazar olmadıkça da o insanın kalbi ve ruhu parlamaz. Ruhi yani manevi sevgiyi bulamaz. İnsanın kalbini, ruhunu temizleyecek, parlatacak olan ise İlahi Aşk-sevgidir. Tasavvufta; Emmare, Levvame ve Mülhime olarak adlandırılan kötü nefisler, hayvani ve beşeri duygulardan ve Kur’an’da fücur denilen şeytani niteliklerden bu ilahi nazar yani : “Nusret-i İlahi” dediğimiz ilahi yardım olmadan, kurtulmanın, temizlenmenin yolu yoktur.
(c) “Fezkurüni ezkürküm – Beni zikredin (çağırın) ki, ben de sizi zikredeyim” (Bakara, 152)
İnsanın ruhu ve kalbi parlamadıkça, kötü nefislerden tezkiye (temizlenme) olmadıkça “İlahi Marifet” o insan için mümkün değildir. Marifet ilmini bulmadıkça da hakikat –gerçek: (Zat-ı Hak ve Manevi Gerçekler) bilinmez. Hakikati bilmeyen bir insan da kırk yıl medreselerde ve felsefi mekteplerde okusa, hatta milyon cilt kitap okusa, bu medreselerde müderris, feylozof da olsa, tüm Tasavvuf büyüklerine, mutasavvuflara göre, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna cahil gider. Allah’a inanmak ayrı şey, Allah’ı bilmek ayrı şeydir. Örneğin: Güneşe herkes inanır ama acaba Güneşin öznesi, kendisi, yapısı ve nitelikleri –sıfatları hakkında kaç kişinin bilgisi vardır. Allah’ı bilmeyi ise Peygamberimiz insanın kendisine bağlamıştır.
“Nefsini-İnsan-ı bilen, Rabbını –Rabbı bilir”. Çünkü insan Allah’ın en büyük eseridir. Eseri bilen , eserin sahibini bilir (Hakkın zatını ve sıfatını) bu ise ancak Allah’dan kula gelen bir marifetle (ilimle) mümkündür, buna İlm-i Ledün “ denilmektedir.
Yunusun:
“Şeriat , Tarikat yoldur varana
Marifet, Hakikat andan içeru” buyurduğu gibi.
Büyük gerçek denilen “Hakikat İlmi”ni bilmeyen insan, bu dünyada da, öbür dünyada da cahildir. İslâm Tasavvufçularının öğülmüşlerinin ve meşhurlarının, hepsinin görüşü budur.
Büyük bir gerçek vardır. O da şudur. Allah ve Onun marifeti sonsuz hazinedir. Allah da kendisine muhib ve aşık olmayana kendini öğretmez. Yani sonsuz hazineye kavuşturmaz. Demek ki; Aşksız olmuyor…
Pakistanlı büyük şair İkbal de öyle söylemiyor mu?
“AŞKSIZ İLİM TAĞUTİDİR,
AŞK İLE İLİM LAHUTİDİR.”
Sevenlere Sevgilerle…..
KAYNAKÇA: Tüm Tasavvufi eserler ve Türk Tasavvuf divanları, Anadolu Evliya divanları, Mevlana, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Seyyid Nesimi, Seyyid Nizamoğlu, Eşrefoğlu Rumi, Sümbüli Sinan, Aziz Mahmut Hüdai, Niyazi Mısri , Kuşadalı İbrahim Hakkı, Maraşlı Kuddusi, Gaziantepli Aydi, Mevlevi Esrar Dede, Hüsn-ü Aşkın yazarı Mevlevi Şeyh Galip Dede, Aşık Paşa Divanları, eserleri daha nice Anadolu, Hint, İran,Arap, Tasavvuf büyüklerinin kitapları ve Tasavvuf şairleri.
12.10.2004 Kâzım Yardımcı