Haşir ve Kabir

Haşir iki türlüdür:

a) Küçük haşir,

b) Büyük haşir.

Küçük haşir:

İnsanın, sekerâtı mevt-ölüm sarhoşluğuyla başlar. Ölümü ve sonrasıyla devam eder. Sûre-i Kâf’da apaçık bildirilmektedir (37). ”İnsan ölünce şahit ve sürücü onun Ruhunu Hakkın huzuruna götürür. Allah sorguya çeker; hükmünü verir. (Kâfir hakkında) Götürün Cehenneme atın!, der”. Mü’minler içinse; zaten Onların Ruhlarının Cennette olduklarını Kur’an bildirmektedir. Sûre-i Mü’minun’un baş Âyetleri ve daha birçok Sûrelerde bildirilmektedir.(38)

Bir de “Büyük Haşir olacak ki; o da kıyamet”tir.

Bu âlem yok olduktan sonra umumi bir hesap; ”mahkeme-i kübra” dediğimiz… Orada herkesin ne olduğunu Cenab-ı Hak herkese gösterecek; Adâletini ve affını, bağışlamasını açıklayacak. Mü’minlerin Ruhu, tekrar parlak olarak Cennete, kâfirlerinki karanlık olarak Cehenneme konulacak.

İrade Rabbimizindir. İstediğini bağışlar, istediğine azap eder. Allah-u Teâla bizi-Mü’minleri fazlı rahmetiyle Peygamber Efendimize bağışlaya… Affede, rahmet buyura. Efendimizin şefaatine mazhar ede…

Haşir Ruhadır.

Ancak Ruhun mücerret-soyut durumu var. Bir de şekil-suret durumu var. Ruh, soyut olarak şekilsiz, suretsiz bir İlâhi ışıktır (pâk Ruh).

“De ki! Ruh, Rabbimin emrinden”.(Esra -85)

Yani Mahlûk değil, Emir! Emir ise Nur’dur.

Bir de; O İlâhi ışığın Allah’ın izni ve takdiriyle suret ve şekil alması vardır ki; hüviyeti, kişiliği olsun, yani herkesin Ruhu bilinsin.

İşte bu Ruh, her insanın bedeninin şekil ve suretinde belirir. Tıpkı insanın bedeni gibi aynen parmaklarının ucu dahi; ağzı, gözü, yüzü, başı, ayakları, elleri, saçı, sakalı… Yani bu dünyada kimin bedenine girdiyse; o bedenin şekil ve suretinde görünür. Onu kendisinden katiyen ayıramazsın. Yalnız; Mü’min kalmışsa, pâk, parlak Nur ve elbiseleri ipektendir; Cennetliktir.

Küfre gitmiş, mücrim ise; kesif siyah, hatta şekli insandan çıkmış; çarpılmış şekilde hayvana benzer. Kirli siyah ve korkunç bir surette belirir. Cehennemliktir. Fakat bu dünyada hangi insanın bedeninde ise; o insan olduğu anlaşılır.

“Sen o kabirlerdekine mi işittireceksin!..” (Fatir -22).

Âyeti ise; Mekke kâfirleri ve tüm kâfirler hakkındadır.

Demek ki; burada “kabirden maksat, insanın bedeni oluyor.”

(37) Bak. Kâf Suresi 19’dan 35. Âyete kadar.

(38) Bakara -25,Nisa 57,122, Tevbe -72, 100, İbrahim -23, Hac -23,56, Talak -11, Kalem -34.

Yani “Onların Ruhu, bedenlerinde ölmüştür. Ruh kulakları duymaz”. Allah, onların kabirdekilerden farkının olmadığını bildirmektedir. Bu bir teşbihtir (benzetmedir).

Sûre-i Yâsin’de cesetlerinden çıkıp, Rab’lerine yürüyeceklerini (Yâsin-51), “Elestü” Âyetinde de (Araf -172); Ruhların, Rablerinin huzurunda, daha bu bedenlere gelmeden topluca bulunup; Rableriyle konuştuklarını bildirmektedir.

Demek ki; Ruh, bedensiz de Rabbin huzurunda bulunabilmekte ve konuşabilmektedir.

Haşir cismani değil, Ruhanidir. Ancak her Ruh, hangi insana üfürüldüyse; o insanın cismani bedeninin aynı, tıpatıp benzeri şekil ve sûrette haşrolunacaktır.

Yiyecek ve içecektir; ama ulvi (yüce) taraftan, ama süfli (bayağı) taraftan.

Cennette ise; yiyip-için Ruhlar vardır. Yalnız içki alıp yemek yemeyenler de vardır. Allah’a çok yakın olanlar, yemekten hoşlanmazlar. Aşk şarabını-Şarab-ı Tehûr; onu çok severler ve içerler. İçtikçe tutuşurlar.

Cennette tenasül âleti yok. Orada şehevi-seksi işler olmaz. Türeme de yok. Güzeller çok. Allah - Resulullah, Peygamberler, Evliyalar, Melekler, huriler, güzel insanlar (güzel kadın-erkek)…

Orada sevgi güzelliğe, cemâledir.

Doyum; güzellik - Cemal ve O’na olan “kutsal aşk” iledir. Zikir ve Selavat iledir. Çünkü İç Âlemde; Tekbir, Secde, Zikir ve Şükür ile Peygamberimize ve büyüklere Selât ve Selâm vardır. Bunlar bâkidir…

Kabir azabı ya da safâsı, bu bedendedir. Ruh, Mü’min ve Salihse safâda; kâfir ve mücrim (ağır suçlu) ise; cefadadır. Bunu insan, kendi kalbinde de hisseder. Mü’min bu dünyada her ne kadar hazinse de “kalbi gülmektedir”. Kâfir bu dünyada her ne kadar maddi zevk ve safâda ise de; ”kalbi sıkıntı ve büyük keder içindedir”.

Kâfir ve ağır suçlu bir dakika kendine dönüp kalbini dinlerse; sıkıntı ve acıdan çıldırır. İnanmayan denesin!.. Bir dakika yalnız kalıp, gözünü yumup kontrol etsin. Kalbinin büyük bir ızdırap içinde olduğunu görecektir.

Onun için kâfir ve ağır suçlu kendinden, kendi özünden kaçar, eğlence ve meşgale arar. Yoksa sıkıntıdan patlar. Kendi egosunun-özbenliğinin çürümekte olduğunu duyar ve büyük üzüntüye kapılır. Üzüntüsü daha da artar.

Belki de tövbe eder, sızlanır; Allah’ın kendine azab ettiğini anlar. İnkârdan vazgeçip ettiklerine tövbe eder. Daha da Tanrı’ya karşı gelmez. Çünkü Allah Âdil’dir. İnanan ve kendine teşekkür edene azab etmez. (Sûre-i Nisa’da da) bu şekilde Rabbimiz açıklamıştır:

“İnanır ve şükrederseniz; Allah size neden azab etsin?..”(Nisa -147)

Mezarda ise; bedenden başka bir şey yoktur. Ruh bedenden çıkmıştır. Ya Cennette ya Cehennemde ya da berzah’tadır. Cennet ile Cehennem arasındaki berzahlarda. Bir keşif ehli Peygamber veya Veli insan, bir kabre varsa; ona kalp gözüyle baksa; O’na o mezarda görünen; o insanın Cennet veya Cehennemdeki ya da berzahtaki Ruhudur. Ruhun durumudur. Yoksa mezarda Ruh diye bir şey yoktur. Mezar orada bir sembol, bir yansıtıcıdır; O keşif ehli zât için, kabir hakkındaki Hadis-i Şerif’in de anlamı budur.

Sorguyu-suali Melekler yapmaz. Sorgu-sual, bizzat Allah-u Teâla’ya aittir. Melekler; Müminlerle konuşur, müjde verirler,“Selam, Selam” derler. Mü’minlere dua ederler, Onlar bizim Evliyamız , dostlarımızdır.

“Nahnü evliyâüküm –Biz, sizin dostlarınızız”. (Fussilet -31)

Zebaniler de cehennemdekilerle konuşurlar. Onlar sızlandıkça;

“Sizi uyaran Resûl’ler daha önce gelmedi mi?..”, derler. Onlar, “Evet, geldi”.(Zümer -71) derler.

Bu mealde birçok Âyetler vardır. Kur’an’ın Türkçesini okuyanlar. Bu Âyetlere çok rastlarlar.(39)

Sorgu-sual Melekleri yoktur. Sorgu-sual, Allah’a aittir. Bu öyle bir haktır ki; Hâlık bu hakkı kimseye devretmez.

‘Kiram Kâtipleri’ var. İnsanın ölünceye kadar yanlarında durur. Hayır ve şerlerini yazarlar ya da zaptederler. Onlar, yaptıklarımızı bilir, görür-şahitler.

-Başın, Laht taşına değerse ayıkırsından maksat; yani insan ölünce her şey apaçık meydana çıkar anlamındadır. ‘Gidelim ki görelim!..’, sözü gibi.

Ölüye, telkin-i iman olmaz. Telkin-öğüt, diriyedir. İnsan ölünce defteri dürülür. Ölüye Tanrı’dan rahmet, bağış dilenir. Hayırla yâd edilir. Büyük zâtların Kutsi Ruhlarından Şefaat ve Himmet, iltifat, feyz istemek caizdir. Ancak Allah’ın izniyle hayır göreceğine inanmış olarak. Biiznillah denilecek.

Ölünün veya dirinin günahını çıkarmak, devr-i iskat gibi şeyler; İslâm dışıdır. Ruhbanlar yapar böyle şeyleri… Para sızdırmaktır ölü sahiplerinden. Mevlit okutmalı, para dağıtmalıdır. Hayrat yapılmalı. Belki fayda verir. Eğer ölen inançlı kişiyse…

Cennet ve Cehennem, İç Âlemdedir.

Cenab-ı Hak Teâla,

Gökler ve yer, gayrine tebdil olacaktır”, buyurmaktadır.(İbrahim -48).

Yani Gök’ler gök olmaktan; Yer de (dünya) yer olmaktan çıkacak; o zaman artık gökler gök değil; yer de yer değil.

“Allah yoluna katli - öldürülenleri, ölü saymayın! Onlar, Rablerinin önündedirler ve rızıklandırılmakta, yiyip-içmekteler”.(Âl-i İmran -169)

Bu Âyet için “Şehitler” diyoruz. Allah’ın şüheda ve şehitler olarak nitelediği kişilerin hepsinin Ruhu diridir. Gerçek Mü’minler, Hakk’a Şehid ve Şahid’dir. Peygamberler, Veliler ve gerçek Sâdık ve Sâlih Mü’minler; hepsi de öyledir.

Şehid ve Şahid; Hakk’ı müşahede eden (gören) demektir. Mü’min Ruh, Hakk’ı görmektedir.

“Kur’an, kalp sahiplerine ve O’na kulak tutanlara (anlamak için) öğüttür. O kulak tutanlar ise şehid’dir”. (Kaf -37).

Demek ki; inanmayanların kalbi yoktur. Kalbi maraz’dır (çürümüştür ve özünü yitirmiştir) ; işitme duygusu (Ruh kulağı) sağır olmuştur.

“ Fehüm lâ yübsirun - O, Onlar görmezler” (Yâ-sin 9). Âyeti de var.

Kâfirler için ise;

“Lâ yemutu fiha velâ yehya - Onlar orada- Cehennem’de ne diriler, ne ölüler”, (Â’la -13), buyurmaktadır.

Demek ki; onların da Cehennemdeki durumları yarı ölü, yarı diri şekildedir.

(39)En’am -130, Mülk -8,9 ve diğer Âyetler.

Paylaş: