Arapça olan bu iki kelimenin de anlamı “okumak”tır. Ancak “kıraat” kelimesinde “açıklama, bildirme ve aktarma, bir nevi tebliğ etme” anlamı da vardır.
Şimdi, sık sık deniliyor ki; Allah’ın ilk emri “İkra- Oku” dur (Alâk, 1) onun için okumamız lazımdır. Bu doğrudur da.. Ancak, Rabbımız Hz. Peygambere “neyi oku” dedi? Yani Efendimizin önünde önceden yazılı bir kitap, bir defter, bir levha mı vardı? Daha Kur’an da gelmemişti. “İkra” Allah’ın ilk Emridir. Bir kere Peygamberimizin Ümmi olduğu da bilinmektedir, öyleyse burada “İkra” nın anlamı: “ Ya Muhammed! Artık Peygamberliğini açıkla, sana bildirdiklerimi, bildireceklerimi, öğrettiklerimi Rabbın adına oku- açıkla, Kur’an’ın geldiğini onlara kıraat et, bildir, tebliğ et” anlamınadır.
Peygamber Efendimiz aynı zamanda Kur’an’ın hafızıdır. Hani camilerde bir Kur’an Hafızına: “Hafız Efendi, biraz Kur’an oku, kıraat et” deniliyor ya, işte o anlamda…”İkra” oku demektir. Allah, Kur’an’da okuma, yazma bilsin bilmesin bütün Müminlere “Size kolay gelen yerden Kur’an okuyunuz” buyurur. (Müzemmil, 20) Yani, “Kur’an okuyun” demektedir. Bunun dışında müminlerin okuyacağı fiziki, teknolojiye ait kitaplar, fıkha ve İlmihale ait bilimlerdir. İlmihale ve Tarihe ait kitaplardır. Peygamberimiz teknoloji ilmini öğrenmemizi emretmiştir. Fiziki ve Şerhi, Fıkıhi ilimler okumakla olur. Ama kimse okumakla, “İlahi Marifet” dediğimiz “Hakikat” ilmine kavuşamaz. Hakikat Marifet ilmiyle öğrenilir. Bu ise “Ledünni” dir. Hakikat ve Maneviyat İlimleri yani Metafiziğe ait Bilimler Allah katından gelen bir nur, bir ilim ile mümkündür. Bu ilim, ümmi bir insana da gelebilir, okumuş –yazmış bir insana da gelebilir. Allah kimi isterse ona gelir. Örneğin, Peygamber olmayan ve bir abdım-kulum dediği Hz. Hızır’a kendi katından ilim vermiştir. Demek ki Allah, Peygamberlik dışında, istediği kuluyla diyalog kurabilir, buna Kâdirdir, ve bunu kimse önleyemez, “Allah böyle bir şey yapmaz” diyemez, çünkü Allah kendisi için: “Fe’alin lima yürid – İşlerinde irade
sahibidir”, “İrade kendisine aittir” buyurmaktadır. (Hud,107 – Buruc, 16)
Zaten Allahü Teala öyle herkesin Kur’an’ı okuyup öğrenme istidadında- yeteneğinde olmadığını “Siz Kur’an’ın size kolay yerinden geleni okuyun” (Müzemmil, 20) buyurmakla beyan etmiş bulunmaktadır. Ayrıca Allah, Kur’an’ın tefsirinin, açıklamasının, beyanının da Kendisine ait olduğunu bildirmiştir. “İkra – oku” emri aynı zamanda “açıkla- bildir” demektir. Bunu Allah adına yap” demektir. “İkra’, bismi Rabbikellezi halak” Yani“Seni yaratan Rabbinin adına oku” Çünkü hakikatte kimse Allah adına konuşamaz.
Peygamberler Allah adına konuşur. Yani “Artık sen benim Peygamberimsin, Resulüm olduğunu, ilâhi mesaja mahzar olduğunu, seninle diyalog kurduğumu kıraat et, açıkla, bildir” anlamınadır. “Rabbın adına kıraat et” demek: “Söz senin değil, söz Rabbın- Allah’ındır” demektir.
Gerçek Âlim, Allahtır. Nübüvvet- yani Peygamberlik, Şeriat oluşturmaktır. Nübüvvet ise hitam bulmuştur. Artık Peygamberimizden sonra, kimse Şeriat – İlahi düzen- oluşturamaz, ilahi düzene – Şeriata, ne bir şey ilave edebilir ne de şeraitten – ilahi düzenden bir şey çıkarabilir. İçtihat hariç. İctihate Peygamberimiz izin verdiği için o da Sünnete dahildir. Ancak Nebi olmayan Müctehid isabet de eder, hata da edebilir, yanılabilir. Ama Peygamber hata etmez. Çünkü O, Allah’la diyalog halindedir. Allah ona gerekeni hemen bildirir.
“Hatemen Nebiyyin – Muhammed, Nebilerin en sonuncusudur.” (Ahzab, 40) ve Din ikmal olmuştur.“Ekmeltü leküm dineküm- Dininizi ikmal ettim”(Maide, 3)
Ama Velayet ve Ruhaniyet-i Muhammediye devam etmektedir. Çünkü ölen bedendir, cesettir. “Ruh- Emr” ölmez, Ruh Allah’ın Emrindendir. Emrin bir anlamı ise “Allah’ın hali- durumu demektir. “Hal zülhalin mefsufudur- Hal- durum, hal sahibinin vasfıdır.” Vasıf- sıfat niteliktir. Öyleyse Ruh, Emr, Kelimullah, Ruhullah, Emrullah Allah’ın Sıfatlarıdır. Allah’ın Sıfatı da zatı gibi ezeli, kadim, daim ve ebedidir. Sıfatsız zat, zatsız sıfat olmaz. O halde, Nübüvvet, yani Şeriat- ilahi düzen kurmak son bulmuştur. Ancak, irşad ve hidayet, iman işlevi devam etmektedir. “O her an bir şandadır.” (Rahman, 29) Allah’ın işi bitmemiştir, kıyamete kadar devam eder. Eğer devam etmeseydi, iman, irşad ve hidayet bitmiş olurdu ve İman, irşad ve hidayet sadece Ashablara ve Peygamberleri görenlere ait olurdu.
İşte Peygamberimiz, “Benim Ümmetimin Âlimleri ve Bilginleri Ben-i İsrail Peygamberleri gibidir” buyurmakla bu iman, irşad ve hidayetin devam edeceğini açıklamış olmaktadır. Gerçek Âlim ise zahir ve batın ilimleri bilendir. Öyle sadece zahir ilimleri bilmekle Ben-i İsrail Peygamberleri gibi, yani Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yahya, Zekeriya ve de İsa gibi olunmaz. Çünkü, “Peygamber gibidir” demek, hemen hemen aynıdır demektir. Zahir, batın İlimleri bilenler ise Allah’ın Velileri- Dostlarıdır.
Gerçek Alim, Allah’tan haşyet- korkma, sarsılma duyar. Takva sahibidir, “Takvel kulüp” . Bu takvada kalptedir. Zahiri, kuru takva değildir. Peygamberimizin Velayetinin, Verasetinin devam ettiğini, Peygamberlerin, Velilerin –müttakilerin- Ruhlarının Alah’ın katında olduğu Kur’an ve Sünnet ile sabittir. Ruh-Emr ölmez, beden ölür. Ayrıca, Velayet-i Muhammediyenin devam ettiğini bütün Tasavvuf Alimleri, “Hasan el Eş’ari”- Ehl-i Sünnetin itikat imamı, ve yine Ehl-i Sünnet’in İmamı sayılan “Muhammed Gazali” açıklamış ve ispatlamışlardır. İrşad sıfatına mahzar olan Hz. Ali ve hz. Ebubekir gibi Efendimizin Varisleri, Veli kullar tarafından Allah’ın izniyle ve Ruh-u Muhammediyenin tasvibiyle irşad, hidayet ve iman devam etmektedir. Hidayet – iman, irfan ve irşad son bulmamıştır çünkü Rabbımız Allah Adil ve Rahim (Çok Acıyıcı) dır.
İşte bu gibi İnsanlar, Yunuslar, Mevlanalar, Ahmed Yeseviler, Hacı Bektaşlar, Hacı Bayram Veliler, Anadolu Evliyaları, Hint, İran, Arabistan’da yetişmiş Seyyid Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed er Rufai, Seyyid Ahmed el Bedevi, Seyyid İbrahim-i Dusuki Hazretleri, Muhammed Bahaeddin, İmam Rabbani, Şeyh Hasan-ı Şazili, Muiniddin-i Çeşdi (Hindistanlı bir evliyadır), Cüneyd-i Bağdadi, Sırrı Sakati, Maruf-u Kerhi, Beyazid-i Bestami, Hasan el Basri, Cafer-i Sadık, On İki İmamlar, Yusuf Hamedani, Türkistanlı Aslan Baba, Halil Ata ve Nakşibendi ve bunlar gibi Zatlardır. Peygamberin Manevi Varisleri- Evliyalardır. İşte bunlar Yunus’lardır- Olgun İnsanlardır.
Ve tekrar diyoruz ki, Yunus’ları görmeden, Yunus’un, Yunus’ların şiirlerini, yazılarını okumakla Yunus olunamaz. Ashablar nasıl ki Peygamberi gördüler, insanlar da, işte bu Ben-i İsrail Peygamberleri gibi olan, Marifet İlmine ermiş Yunus’ları ve Onlardaki üstün Sıfatları görüp algılamaları, ruhaniyati sezmeleri ve Onları sevmeleriyle olur.
YUNUSLARA VE ONLARI ARAYANLARA
SELAM OLSUN……
19 Ekim 2004
Kâzım YARDIMCI (Adıyaman'lı)