İnsan bedeni topraktan yaratılmıştır. O toprakta Celâl ve Cemâl sıfatlarının tezahürleri olan doğanın tüm nesnelerinin özü cevheri mevcuttur. O nedenle Tanrı
"İnsanı karışık sudan yarattım, O'nu imtihan ederiz". (İnsan-Dehr-2). buyurmaktadır. Yani hangi yön galip olacaktır. Celali yanı mı. Cemâli yanı mı?..
İşte bu ayette de insanın yapısındaki zıtlık yani "diyalektik" kendini göstermektedir. Zira zıtlar, savaş halindedir. Sürtüşürler, Zıt, zıdda hâkim olmak ister. Eş güce kavuşurlarsa,birbirlerine uymazlar. Ve savaş devam eder. Bu durum ise, "anarşi"yidoğurur. Bir taraf gücünü artırabilirse, öbür tarafa hâkim olur. Zayıf taraf, kuvvetliye uyar. Uymak zorunda kalır. Sulh-barış doğar. Zıtlar, birleşmiş ve bütünleşmiş olur. Rahmani taraf hâkim olursa, o insan "iyi" olur. Kahri tarafı hâkim olursa, o insan "kötü" olur.
Bu diyalektik gerçek, ikilem tüm doğada da böyledir. Tüm insan topluluklarında da böyledir. Eğer toplumun çoğu iyi ise, o topluma "iyilik"; yok eğer "kötüler" çoğunlukta ise, o topluma "kötülük" hâkim olur.
Başlarına ya "iyi", ya da "kötü" geçer. Ya "Âdil", ya da "Zâlim" bir yönetici ve kadrosu başlarında bulunur. Tanrı, gövdeye göre baş yapar. Gövde, toplumun çoğunluğu; Baş da yönetici ve bürokratlar kadrosudur. Diyalektiği kitaplaştıran Hegel (61) aslında bunu söylemektedir. Ve doğrusu da budur. Ancak Hegel, "Bir sınıf, bir sınıfa hâkim olur. Anarşi önlenir, düzen kurulur. Asayiş o zaman sağlanır", derken; 'mutlaka sermaye, emeğe hakim olur dememektedir. O, doğadaki bu diyalektik gerçeği açıklamağa çalışmaktadır. Eğer birlik olursa, kuvvet emekçilerde yoğunlaşır. Bu defa da emek, sermayeye hâkim olur. Yoksa zıtlar, birbirine uymaz. "Eş.eşe uymaz". Bu değişmez bir gerçektir.
Emek-Sermaye uzlaşması diye bir şey doğadaki diyalektiğe göre mümkün değildir.
Kim ne söylerse söylesin Batı'da hâkim kuvvet, sermayedir. Emek değildir. Başka ulusların kaynaklarını sömürerek; yaratmış olduğu üstün teknolojik güçle Batılılar, kendi ülkelerindeki emekçilerini fazla ücretlerle besleyip oyalamakta ve kendi ülkelerinde bir hukuk düzeni uygulamaktadırlar. Bunun adını da"İnsanlık","Mutluluk ve refah toplumu" koymaktadırlar. Milyarlarca insanı ağlatıp, yoksul bırakıp,"kendi" ailelerini, "kendi" emekçilerini "güldürüp", mutlu yapmaktadırlar. Kendi halklarına "Adalet-hukuk", başka halklara "sömürü -zulüm!.."
Başka ulusları sömüremedikleri duruma geldikleri zaman, kendi emekçilerinin ücretlerini kesmeye, yani kendi emekçilerini sömürmeye başlayacaklardır.
Hukuk ve insanlık sistemleri iflas edecektir. Çünkü sömürü olan yerde hukuk-adalet olmayıp, zulüm ve vahşet, ah ve inilti vardır. Zira sermaye sömürüye dayanır ve sömürü ile şişer. Bu sömürü insanın emeğidir. Ve doğal olan yerüstü ve yeraltı kaynaklarıdır. Yani her ulusun Milli ve tabii servetleridir.
Peki geri kalmış uluslar, niçin sömürüden kurtulamıyorlar? Başlarındaki zalim diktatörleri, zalim yöneticileri devirmiyorlar? Nedendir? Nedeni nedir?
Şimdi önce bir gerçek vardır. Onu vurgulayalım: Şöyle ki: Bir ulusun köklü, dirençli ve azimli toplumsal direnişine hiçbir diktatör ya da güç ellerinde atom silahları da olsa dayanamaz. Yıkılır. Bu bir gerçektir. Çünkü hiçbir zorba, zalim yönetici ve kadrosu ulusunun toplu kıyımını göze alamaz. Aldığı zaman, en yakın örneği-Romanya Diktatörü Çavuşesku'nun durumuna düşer.
ÂDİL DEVLET SİSTEMİ
Şimdi gelelim ezilen toplumların ezenlere direnmeme nedenlerine:
Tanrı, ekonomik farklılığa dayanan bir hiyerarşi kurmuş; bununla insanların, birbirlerinin farklı işlerini görsün istemiştir. Zira insanların ihtiyacı çoktur. Ve İnsanın tek başına bu ihtiyaçlarının tamamını yerine getirmesi mümkün değildir. Her birey ancak bir ya da birkaç iş yapabilir. Yüzlerce işi, tek başına yapamaz. Kişinin sanatı ya da işi, bir veya iki olabilir.(62)
Halbuki sanat (zanaat da denebilir) çok çeşitlidir. Ve toplumun bunların hepsine ihtiyacı vardır. Elbise, ayakkabı, yiyecekler, tarım ürünleri, ev eşyaları ve benzeri gibi. Ayrıca insanların iş güçleri ve akılları da farklıdır.
Ancak Tanrı, kimseye emeğinin üstünde bir konum tanımaz. (63) Hırsızlığı, sömürüyü, zorbalığı-kaba kuvvet kullanmak-, başkalarının emeğinin, ürününü sömürmeyi, gaspı kabul etmez. Hileyi irtikabı, ucuz alıp pahalı satmayı, dolandırıcılığı, başkalarının malını batıl surette yemeyi ve mal-altın, gümüş, kıymetli eşya biriktirmeyi reddeder.
Yani tam eşitliği de, çok farklılığı da kabul etmez(64)
Ancak "eşdeğerliliği" kabul eder. Emekte ve fikirde liyakata göre karşılığını almayı ister. Bundan da az da olsa bir farklılık olur. Bu suretle insanlar birbirlerine muhtaç olurlar. Ve birbirlerinin işini görürler. Bu farklılık ise bir hiyerarşiyi tabii kılar. Bir bakıma zorunlu bir hiyerarşi doğar. Bu hiyerarşi, daha kalabalık toplumlarda devlet düzenine dönüşür. Devlet düzeni,hukuk sistemini gerektirir. Bunun adına da âdil hukuka dayanan devlet denir. Adalet ise herkes içindir. Hukukun "ana kuralı" budur.
Tanrı'nın istediği işte bu hukuka dayanan "âdil devlet sistemi" dir.
Şimdi burada biz, İslâm'ın ekonomik Sistemini detaylı olarak açıklayacak değiliz. Onu, "İNSANDA YÜKSELME" adlı kitabımızda açıkladık(65) Bizim buradaki konumuz, insanoğlunun bedensel ve Ruhsal yanını incelemektir. Dolayısıyla bu İnsan niçin eziliyor? Niçin ezilmeye razı oluyor?.. Ona açıklık getirmek istiyoruz.
Beden ve Ruh'tan ibaret olan İNSAN, kendi bedenini, Ruhunu ve doğanın ve Ruhun özü olan Tanrı'sını bilmek... Kendini ve doğayı bilmek... Yüce yöneticisi olan Rabbi’ni ve eserlerini sevmek, saygı duymak ve O'na hizmet edip hoşnut etmek, rızasını kazanmak...(Ki bunların hepsine "İbadet" diyoruz:)
"İnsanı ve Cinni, Bana ibadet (hizmet) etmesi için yarattım". (Zâriyat-56).
gereğini duyar.
Gerçek ibadet ise, Tanrı'yı sevmektir. Bunun dışında insan, bu dünya yaşamından ne istemelidir?.. Ne kadar yararlanmalıdır?..
SAĞDUYUNUN EMRÎ (MUTLU OLMAK)
İnsan, Tanrı'sal olan Ruha ve Ruhun akıl-düşünce tarafına; yani sağduyuya mı uymalıdır, yoksa bedensel yanı olan nefsinin hevası, bedeninin içgüdüsel istekleri ve arzusuna mı uymalıdır?..
Sağduyu insana şunu emreder:
a) Bu dünyada zina yapmamak için kişinin bir eşi olmalı
b) Eşini koruması, çocuklarını barındırması ve büyütmesi için bir evi olmalı,
c) Bir aileye ve konuta sahip olması için de bir işi olmalı.
Öyleyse fikir kapasiten ve kolundaki enerjin, senin emeğindir. Çalış, emeğinin ürününü, karşılığını al; emeğinden fazlasına göz dikme!.. Emeğinin karşılığını tam alırsan; normal bir konutun da olur. Kendine göre bir eşin de olur.Şu fâni dünyada yaşadığımız müddetçe; kimseye muhtaç olmadan, ellere avuç açmadan yaşar gidersin. Aileni ve çocuklarını korur, kollarsın. Kendini bilen insan için de dünyada bundan daha büyük bir mutluluk olamaz!..
ANCAK...
Ancak ne emeğinin sömürülmesine razı olacaksın, ne de emeğinden çoğuna göz dikeceksin. Kendi emeğinin karşılığım liyakatına göre alacaksın. Üretime ne kadar katkıda bulunursan, tüketimden o ölçüde yararlanacaksın. Fazlasına, zenginliğe göz dikmeyeceksin.
Ama gel gör ki, bugün milyarlarca emekçi durumunda olan insanlar, emeklerinin karşılığını değil; bedensel arzularına, harislîk (açgözlülük) içgüdülerine, tembellik, tahakküm etme, seks içgüdülerine uyup emeksiz yaşamak istiyorlar. Hepsi mutlu azınlığa karşı olacaklarına, onların "lüks yaşam" biçimlerine özlem duyuyorlar. Yani bir konut değil, her bir yoksul emekçi bir ya da daha fazla apartman sahibi olmak istiyor. Olumsuzu istiyor. Milyonlarca emekçi 'patron' olmak; kısaca "kul"(66) değil; "Efendi" olmak istiyor...
EFENDİLİK...
Efendiliği işçilikte değil, işveren olmakta arıyor, onların hayali ile yaşıyorlar. Bir toplumun tüm bireylerinin zengin olması olanaksızdır. Ama gerekirse işçi olur. Zaten farklılık liyakattadır.
Aşırı zenginlik; zorbalıkla, hile ile ve sömürmekle mümkündür. (67) îşte bu nedenledir ki; Ruhuna, sağduyusuna uymayan bedenine, bedeninin dürtülerine, cismani arzularına uyan birey ve bu tür bireylerin oluşturduğu milyonlarca emekçi, yoksul insanlar, kendilerini sömürerek ezen yöneticilere direnemiyorlar. Hep onlar gibi (burjuva gibi) yaşamak istiyorlar ve bekliyorlar... Boş -ham hayale dalıyorlar.
Yıllarca bekliyorlar, bazen içlerinden 10 yılda, 15 yılda bir yoksulun, zengin olduğunu görüyorlar. On yılda bin yoksuldan biri zengin oluyor. Bu durum diğerlerini heveslendiriyor. Ve gene bekliyorlar...
İşte emeğinin üstünde bir yaşam isteyen insanoğlu; insan toplulukları hakkına, emeğinin karşılığına rıza göstermediği için sürekli eziliyor ve sömürülüyor.
Tanrı, haksız istek sahiplerinden oluşan bir topluma yardım etmez.
Tanrı suçsuzdur.
"Tanrı hiçbir topluma zulmetmez. Toplumlar kendi kendilerine zulüm-kötülük ederler" . (Yunus-44).
Yoksa sadece emeğiyle yaşamak (alın teri ile), emeğinin karşılığını tam almak isteyen bireylerden oluşan halkın bilinçli, haklı, meşru, kitlesel direnişlerine hiçbir güç dayanamaz, yıkılır. O haklı halkın, dediği olur.
Tanrı, böyle Hak arayan; Hakkını arayan bir topluma yardım eder. Haksız istek sahiplerine gelince... Tanrı, bunlardan oluşan bîr topluma yardım etmez (Raksız istek, emeğinden fazlasına göz dikmektir).
İşte ne zaman insanoğlu, Ruhuna ve ruhunun nitelikleri akıl ve sağduyusuna uyarsa; bedensel yönünün haksız ve olumsuz isteklerini reddederse; yani insanlık bu aşamaya gelirse, "hak ve Hukuk düzenini" kurar. Ve gerçek insanlığı bulur. Bu özellikler oluşmadığı sürece, bu aşamaya gelinceye dek hayvansal duygularının etkisinde yaşarlar. Hayvansal duyguların içinde olanları da zalim çobanlar (diktatörler) güder.
Bu yazdıklarımız, insanların yapısıyla ilgili bilimsel ve doğal gerçeklerdir. Bu görüşler ilkeler, yani teoridir. Ama bugünkü dünyamızda özgürlüklerin korunması için sosyal demokrasiden başka çare yoktur. Sosyal demokrasi, İslâm'i sisteme en yakın sistemdir.
Demokrasi hakkındaki görüşlerimizi daha önce yazmış Olduğumuz VARLIK, ÎSLÂM'DA MEZHEPLER VE YÜKSELİŞ, GÜNAHSIZLAR, İNSANDA YÜKSELME adlı kitaplarımızda açıkladık.
Hele Türkiye'miz için savunulması lazım gelen en iyi sistem; Cumhuriyetçi çok partili parlamenter sistem olan çoğulcu demokrasidir.
AVRUPA - AVRUPA...
Avrupa'daki hukuk düzeni ise yukarıda izah edilmiştir. O bir yutturmacadır.O bir insanlık değildir. Başka ulusları ezerek, inleterek kendi uluslarını güldürmek, kendi ailelerinde sahte bir adalet nezaket ve sözde bir insanlık, hukuk gösterisi yapmaktadırlar. Onlarınki insanlık değil, ellerindeki teknolojik güce dayanarak yüzlerce ulusu ezmek, milyonlarca insanı ağlatmak, sızlatmaktır. Zira "Adalet", herkes- içindir. Onların adaleti yalnız kendileri için.
Onlar, koyun postuna bürünmüş kurtlar gibidirler.
Batılı, emperyalisttir. Emperyalizm ise büyük bir zulümdür. Batılılar için; orada hukuk sistemi vardır. Orada adalet vardır. Orada özgürlük vardır. Orada insanlık vardır. diyenler de onların uşaklarıdır. Uşaklık ise insana yakışmaz. Zalimleri ve onların sahte hukuk ve özgürlük düzenlerini, sahte ve de geçici demokrasisini savunmak ise daha da büyük zulümdür. Ezilen ve sömürülen toplumlardan gerçeği gizlemektir.
Batı ve batı düzeninden yana olan aydınlarımızın artık gerçeği insanlık âlemine açıklamalarını, ezilen uluslar ve insanlık adına rica ediyoruz. Bekliyoruz. Aydınlarımızdan umudumuzu kesmiyoruz. Kesmek istemiyoruz.
KÂZİM YARDIMCI
(61) Hegel , Friedrich (l770-1831):Tanınmış Alman Filozofu. "Diyalektik mantık" sisteminin kurucusu.
(62) Bir kolda iki karpuz taşınmaz.
(63) "insana emeğinden başka bir şey yoktur." (Necm-39)
(64) a- Eş, eşe uymaz. Öyleyse 'mutlak eşitlik' muhaldir. Ancak, eşdeğerlilik mümkündür.
b- "Ta ki bu mal (sermaye), yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın". (Haşr-7) Yani tekelleşmesin
(65) “ İnsanda Yükselme , Kazim YARDIMCI , Yardımcı Yayınlar :4., Kasım 1992”,
(66) Allah'a kul olmak
(67) Yüce Muhammed buyurur: "Muhakkak tüccarlar ( Facirler (Facirdirler" .Bunun üzerine;"Ya Resûlallah! Allah alış-verişî helal kabul etmedi mi?"dîyenlere: "Evet! Fakat onlar; yemin eder, günaha girerler, konuşurken yalan söylerler, buyurdu"(Ahmed b.Hanbe! ve Hakimden) ihya-ı Ulunıud did, Gazali, C-3, S.292, 300.