Kanaatkâr Olmak
İnsan,kanaatkâr olmalıdır.Ancak, cimrilik akla gelmemelidir.Kanaat zenginliktir.Kanaatkâr,mutludur.Haris(aç gözlü)insan,daima mutsuzdur.Çünkü rakamın sonu yoktur!Boşuna çırpınmaktadır.Kimse bu dünyayı sırtına almamıştır.Tanrı’nın verdiğine şükretmeli,azı-çoğu birdir.
Dünyada emek ve alın teri karşılığı olan bir yemek ve yaşamdan daha tatlı bir hayat olamaz!..
“Damım iyi olmaktansa , demim iyi olsun!”sözünün çok yüksek anlamı ve ince bir zevki vardır...
Ancak,Ona-buna kanaatli ol!deyip de; iş gücünden yoksun,fakir-fukaraya yardım etme!..Karını ve çoluk-çocuğunu etsiz,gıdasız bırak,Onların beslenmelerini sağlama! şeklinde ustaca yapılan cimri ve haris-i dünya olan kötü insanların telkinlerine uymamalıdır!..
Kanaat,elindeki ile yetinmek demektir.Mutlaka zengin olayım diye,her türlü gayri meşru yoldan para kazanmaya temayül etmemektir.Kanaatin gerçek anlamı şu sözde gizlidir:”Ayağını yorganına göre uzat!..”
Tanrı,kanaatkârı sever.Çünkü kanaatkâr, bir nevi hakkına rıza gösteren,demektir.Herkes hakkına razı olsa;toplumda “Sosyal Adalet”gerçekleşir ve toplum huzur içinde olur.Bütün huzursuzluklar,Hakka rıza kuralına uymamaktan doğar!
Haraseti(açgözlülüğü) ve dünyayı elde etmeyi tahrik ve telkin edenler, çalışmayı önerenler değildir.Bunlar,çalışmayı ”zengin olun!”anlamında kullanmakta,radyoda,gazetede,tiyatroda hatta Peygamberin minberinde bir nevi demagoji yapmaktadırlar.Tanrı ve Peygamberi(a.s.v.),”Çalışın,emeğiniz ile yaşayın,kimseye yük olmayın!”buyurmaktadır.”Yoksa,zengin olun,mal cem edin(sürekli toplayın),krallar gibi işret ve sefahat yapıp eğlenin!”dememektedir!..
Biz Âdem’in torunları, bu dünyaya zevk-ü safa ve eğlenmek için gönderilmedik!Kendimizi ve Rabbimizi bilmek ve oluşumumuzu yapıp ;tekrar aslımız olan Rabbımıza kavuşmak için gönderildik!..
Çünkü herkes zengin olamaz. Ama herkes çalışırsa;emeğinin karşılığını tam alabilirse,normal bir hayat yaşayabilir.Rabbını tezekkür(anmak)ve tefekkür(düşünmek) edip,O’na ibadet etme zamanı bulabilir.
Şu halde ; İslamiyet,”çalışın!”emri ile “zengin olun!”dememektedir!.Ayrıca Tanrı , fahirlenenleri(övünenleri)sevmediğini açıkça Kur’an’da bildirmiştir.
Tanrı, çalışıp, insanın emeği ile yaşamasını,kimsenin kimseyi sömürmemesini,hırsızlığı(dolaylı-dolaysız hırsızlığı),faizi(tefeciliği), gasp ve haracı,ucuz alıp-pahalı satmayı,ölçüyü-tartıyı yanlış kullanmayı şiddetle menetmiş;adaleti , taksimatı emretmiştir!(17)
“İnnellahe yuhibbü’l muksitin-Tanrı,taksimatçıları sever!”(Hucurat-9,Mümtehine-8,Maide-42).
-“İnnellahe ye’mürü bi’l adli ve’l ihsan-Tanrı’nın emri;adaletli olmak ve ihsanda bulunmaktır”(Nahl-90).
Yani iş gücünden mahrum olanlara “yardım” etmektir.
Ayrıca toplumumuzda , adâlet kelimesi de yanlış anlaşılmıştır. Adâlet denilince ; çoğunun aklına ”mahkemeler ve cezalar” gelmektedir.Halbuki Adalet, Tanrı Sıfatıdır.Tanrı’nın büyük bir adıda “**Ya Âdil”** dir.Tanrı ise, herkesin Tanrı’sıdır.Şu halde Adâlet kelimesinde**“toplumculuk”** vardır.Adâlet, toplum içindir ve devletin temelidir. Yani Adâlet,bizatihi (kendiliğinden) Sosyal’dir.Sosyal kelimesi, adâlet kelimesinin içindendir. Adâlet Hak’tır ve hakkı ayakta tutandır. Tanrı Kur’an’da ;
-“Ya Muhammed! Kâfirler, Peygamberi ve taksimat isteyenleri haksız yere katlettiler!” (Âl-i İmran-21)
Yine buyurur,
-“Ya Muhammed! Tâ ki bu mal, yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!” (haşr-7).
Bu Âyeteki yüksek Sosyal Adâlet görüşü, 1400 sene evvel Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından insanlık Âlemine açıklandığı zaman; Marks, Engls, Lenin,Mao,Troçki v.b. materyalist ve aile mefhumuna (kutsal değerlere) inanmayan ayrıca kişinin vazgeçilmez düşünce, ifade, haberleşme ve kişinin işini kendi seçme özgürlüğünü tanımayan sahtekâr ve demogog sosyalistler neredeydiler?.. Bize göre Marks, bazı gerçekleri vurgulayarak bilimsel sosyalizm adı altında bilimsel demogoji yapmıştır.
Engels ve Lenin de bunu istismar ederek; milyonlarca insana dünyayı cehennem eden bir dikta rejimi kurmuşlardır.
Kişi özgürlüğünün olmadığı yerde ne Sosyal Âdalet, ne toplumculuk, ne Din nede İman bulunur.Çünkü dikta rejiminde herkes,can korkusu içinde ve yalancı olur!..Bir toplum tümden yalancı olunca;o toplum da ahlâk ve fazilet düşünülemez.Halbuki gerçek sosyalizmden-toplumculuktan maksat;toplumun ahlâklı ve faziletli olmasıdır.Dikta rejimi, toplumu yalancı eder.Yalancılık en büyük ahlâksızlıktır.Çünkü herkes korktuğundan, o rejimi beğenmese de beğenir gözükürler.Ayrıca dalkavuklar, baştaki diktatörleri metheder (överler).Toplumu da buna mecbur ederler.
Yukardaki Âyet çok açıktır. “Tâ ki Ya Muhammed! Bu mal yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın!” buyurmaktadır. Demek ki Tanrı, “malın, yani kapitalin tek elde belirli bir sınıfın elinde toplanıp, devlet ve saltanat haline dönüşülmesine karşıdır.” İslâm’da zengin vardır ancak ‘devlet’ olacak kadar değil.
O karıncasından bile vazgeçmeyen Ulu Tanrı; malın, yani Milli Hasıla’nın bütün kullarına emekleri ve liyakatları karşılığında taksim edilmesini istemekle,onun yaygınlaştırılmasını önermektedir.Yani her kulunun maldan (Ki buna bu gün burjuva, ‘pasta’ adını koymuştur)faydalanmasını istemektedir.Demek ki Tanrı, apaçık toplumcudur.Zaten başka türlü olmaz.Herkesi kendi yaratmıştır,her fert kendi kuludur ve Tanrı apaçık emekten yana olduğunu;Necm Sûresinnin 39.Âyetinde hiçbir yoruma meydan vermeden,tüm açıklığıyla açıklamıştır:
-“Ve enleyse li’l insani illa mâsea-İnsana emeğinden başka bir şey yoktur!” (Necm-39)
Öyleyse kural şudur: “Eğer bir kişinin yaşantısı,emeğinden aşağı ise;O kişi sömürülmektedir!Yok eğer yaşantısı emeğinin çok üstünde ise;bu kişi de sömürmektedir!”Bu durumu önemle belirtelim,(sömürü neticesi olmayan ve Hak ölçülerine dayanan miras müstesna)...
Bütün Peygamberler olduğu gibi, bizim Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.):Tanrı’nın biricik sevgilisinin hak dâvasına karşı gelenler de,Mekke’nin kapitalistleri, burjuvası ekâbiri olmuştur.Peygamberin(s.a.v.)amansız ve sürekli savaşı bunlarla olmuş; yılmadan bu Hak düşmanları, zalimlerle savaşmış ve ancak onları yıktıktan sonra,İslâm Dinini yerine oturtabilip, evrenselleştirilebilmiştir.
Kur’an, Hadis ve Peygamberin Dört Büyük Halifesi’nin zamanı bunun şahididir.bu gerçeği kabul etmeyen kim olursa olsun;İslâmı yanlış gösterme çabası içindedir.Ve Tanrı’nın mübarek Dinini, kapitalizmle-liberalizme,faşizme Âlet etmek istemektedir.Bunlar; çıkarcı, menfaatperest, ruhban ruhlu insanlardır.Kralcı ve padişahçılardır.
Ayrıca İslâm Dininde, Ruhbanlık yoktur!Din hizmeti, fisebilillah (Allah için) ve ücretsiz olacaktır! (18)
Peygamber (s.a.v.) Hulefa-i Râşidin (Dört Halife), Eimme-i Müctehidin (İctihatcı Zâtlar);Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli Hazretleri ve tüm tasavvuf bilginleri, Din hizmetlerini ücretsiz yapmışlardır.
-“Köl lâ es’elüküm aleyhi ecren ille’l meveddete fi’l kurba- Ya Muhammed! Din hizmetinden dolayı ücret isteme. Sadece akrabalarımı (Muhammed ailesini) sevin de!” (ŞûRA-23) Büyük şairimiz Ziya Paşa
“Lânet olsun o paraya ki tahsiline ânın
Ya Din ola Âlet, ya namus!..” Demiştir.
Şair, Kaymakam Eşref Bey:
“Önce va’zedip halka /Sonra Âdem den alırlar pare!
Büyük kürsüde vâiz/Sanki bir simsare dönmüştür!..”
Yine bu konuda büyük Tasavvufçu Niyazi Mısri:
“Diyorlar ki halka, olun terk-i dünya!
Kendileri oluyor lâkin, mâlik-i dünya!..''
Demişlerdir...
Ayrıca önemli bir konu da ; Tanrı Kur’an da,
-“İnne ardallah- Muhakkak toprak Tanrı’nın dır.” (Âraf-73,128) buyurmuş ve bu nedenle İslâm devleti toprağın mülkiyetini kişilere bırakmamış, “Arazi-i Emiriye” adı altında mülkiyeti devlete ait olmak üzere “Aşr (öşür)” (19) karşılığında çiftçilikle iştiğal eden (uğraşan) ailelere- nüfusları oranında-tasarrufuna (kullanımlarına) bırakmıştır.Hanefi Hazretlerinin iki büyük talebesi Muhammed ve Yusuf, toprağın “beytülmal’a”. Yani devlete ait olduğunu ictihad etmişlerdir...(Bkz. Kitâb- ül haraç).
Aşr (öşür) olarak verilen toprağın tahıl kısmından gelirinin % 10’u devlete aittir.Humus:Sulu arazi gelirinin; bağ, bahçe, narenciye,pamuk, tütün, çay, afyon (haşhaş) vb. ürünlerin gelirinin % 20 ‘si devlete ait demektir.
İslâm’ın toprak görüşü çok mükemmeldir!
Her ne kadar mülkiyetini devlet elinde tutmakta ise de;kullanılmasını kişiye verdiğinden, gelirinin önemli bir payı (%80-90) kişiye ait olduğundan;kişi gelirinin fazla olması için çaba gösterecek ve kişisel katkıda bulunulacaktır.Bu da Milli Hasıla’nın artmasını sağlayacaktır.
Halbuki koyu devletçi ülkelerde devlet,hem toprağın mülkiyetini elinde tutmakta;hem de kendisi işletmektedir.Yani o ülkelerde köylü ücretle çalışmaktadır.Toprağın geliri kendisine ait olmadığından, kişi ürününün artışına kişisel katkıda bulunamayacağı gibi;kaytarma (işten kaçma) da yapabilir.
Bir başka gerçekte şu:Toprak,genel üretim aracıdır.Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında topraktan başka üretim aracı bulunmadığı bir gerçektir.Yani o zaman bugünki gibi toplumun genel ekonomik hayatına etki yapan fabrikalar yoktu.O zaman tarımın dışında, ticaret ve el sanatları vardı.Bunlar o zamanlar için bölgeseldi.
İslâmiyet, o zaman için tek genel üretim aracı olan ve toplumun genel ekonomik yaşantısını etkileyen toprağı, kişiye vermediğine göre demek ki İslâmın ekonomik görüşü,“genel” ve “bölgesel” olmak üzere iki kategoride toplanmaktadır.
Yani toplumun tamamını etkileyen milletin ve devletin bekâsına (devamlılığına) tesir eden genel üretim araçlarını, ferde bırakmadığı apaçık ortadadır.
İslâmiyet, istifçiliği (yüksek fiyata satmak istif için mal yığıp bekletmek) de şiddetle men eder.(20) Bu da İslâmın, toplumun genel ekonomik yaşantısına etki edecek her hususu, devletin kendi kontrol ve tasarrufu altında bulundurduğunun diğer bir delilidir.
Peygamberimizin (a.s.v.) zamanında, bugünkü gibi toplumun genel yaşantısına etki edecek derecede ithalat ve ihracat yoktu. İslâmiyette toplumun genel ekonomik yaşantısına etki edecek her konuya, devletin kontrol ve tasarrufu altında bulundurduğu kesin bir gerçek olduğundan; bugünkü genel üretim araçlarını, dış devletlerle yapılan ithalat ve ihracatı hiçbir suretle, birkaç kişinin tekeline terketmez.
İslâm’da toprak devletin olduğundan, muhakkak ki yer altı servetleri, petrol ve madenler de devletin olacaktır.Sahiller, limanlar, ormanlar, göller ve nehirler yine devletin ve milletin bekâsı ile ilgilidir.Kişilere bırakılamaz.
İslâmın temel ekonomik felsefesi yukarıda sözü edilen:
“Ya Muhammed! Ta ki bu mal, yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın!” (Haşr-7)
Âyeti ile saptanmıştır.
“İnne ardallah –Toprak (genel üretim aracı olduğundan) muhakkak Allah’ındır- Tanrı adına devletindir!” (Araf – 73)
Âyeti ve (Kitab ül Harac)
“Ve enleyse li’l insani illa mâsea – İnsana emeğinden başka bir şey yoktur”. (Necm – 39)
Âyetleri de ayrıca bunun böyle olduğunu teyid eder.
Peygamberimiz (a.s.v.), “Komşusu aç iken tok yatan, Müslüman değildir”(21)
“İşçinin alınteri kurumadan, ücretini ödeyiniz.”(22)
Allahu Taala buyurur:
.
“Kâfirler bile birbirlerine yardım etmektedir. Ey Mü’minler! Siz birbirlerinize yardım etmezseniz; sizin için çok tehlikelidir!”
(Enfal-73)
Kur’an-ı Kerim’de;
“İnneme’l Mü’minune ihvetün – İnançlı kişiler, birbirlerinin kardeşidir.”(Hucurat – 10) Buyurulmuştur.
Kardeşlik laf ile olmaz!Kardeş, kardeşe maddi-mânevi yardım edendir. Bu suretle kardeşliğini ispatlayandır.
İslâm’da miras haktır.Ancak murisin terekesi, yani bıraktığı serveti emeğe ve Hak ölçülere dayanacaktır.Emeğe ve Hak ölçülere dayanmayan bir miras varsa; sömürüdür. Sömürü neticesi yığılan para ve mal ise bâtıldır.Bâtılın intikali de bâtıldır.
Tanrı,-“Hırsızın elini kesin” buyurmaktadır.Halkı, türlü yollardan sömüren de hırsızdır.Şu halde , halkı sömürenin çaldığı mal , elinden alınacağı gibi, ayrıca elini de kesmek lazım gelir.(Hırsızlığın yolunu kesmek).
İslamiyet, miras konusunda çok bağlayıcı hükümler de koymuştur.İslâm, sufehanın ya da sefahatçının(zevk ve eğlenceye düşkünlük) malına el kor! İslâm’a göre sefahet,milli hasılayı(ulusal geliri) boşuna ve boş yerlerde tüketmektir.Her türlü işret,içki, eğlenme; çok pahalıya tertip edilen balolar, kokteyller, kirli gecelerdeki insanlık dışı davranışlar,her türlü lüks yaşantı, köşk ve villalarda yaşamalar,çirkin seksi eğlenceler ve bolluk-refah içinde yaşama... Hepsi sefahattir.
**İslâm Dini ,**kişinin nafakasından (Geçinmek için gerekli olan şeylerin tümü) fazla; yeme,içme,giyinme,yani **mübrem ihtiyaçlarının dışında yapılan her türlü harcamayı sefahet ve israf kabul etmiştir.**(23)
İslamiyet ; emeği, devleti ve toplumu en kesin bir açıklıkla savunmuştur.Buna rağmen materyalist diktacı sosyalistlerin Dinimizi kabul etmemelerinin nedeni : sadece Tanrı’ya ve ahlâk’a inanmamalarındandır. Kapitalist ve liberallerin de İslâm ekonomisini kabul etmemelerinin nedeni ; İslâmın yukarıda açıkladığımız sefâhet ve lüks içinde yaşamayı red ettiğinden ileri gelmektedir.Çünkü burjuva (zenginler) sefahet ve lüks hayat yaşamayı ister ya da bu yaşantıya alışmıştır.Bu nedenle ; aslında İslâmi sistemin en büyük aleyhtarları , genelde liberal burjuva kesimidir.Yalnız; münafıklık edip İslâm görünürler.(İyilerini tenzih ederiz).
Tanrı, Kur’an’da, Mekke’nin kapitalist alçak burjuvası hakkında:
-Ya Muhammed! Onlar, aslında seni inkâr etmezler. Senin neyini inkâr edecekler?..(Yani Senin Peygamber olduğunu bilirler!)Ancak onlar, alışmış oldukları çirkap hayattan çıkmak istemedikleri için Seni yalanlar (Yani Sana karşı direnirler!) (Bakara 146, Nahl-107)
Buyurmaktadır.
Tanrı’ya ve özgürlüğüne inanan demokratik sosyalistlerin ise; bu **Muhammedi ekonomik görüşe** karşı geleceklerini zannetmek bile istemem!..
Evlenmede dahi mihirin (24) dışında, herhangi bir israfat (savurganlık) yapılmamasını emreder. Başlık, aşırı düğün masrafları gibi...Bunlar İslâm’da yoktur!
İslâm Dininde zekât, devletin olmayıp;fukaranın hakkıdır ve mecburidir.Bunu bizzat devlet tahsil edip (toplayıp) fakirlere dağıtır.
Hz. Ömer, Peygamber (a.s.v.) zamanında Zekât Tahsildarı idi.Hatta daha hurmalar yaş iken, onlara muhammen bedel (tahmini pay) attığı gerçeğini hiç kimse inkâr edemez!..(25)
Yukarıda sözü edilen üretim araçlarının gelirinin %10’u ve %20’si devletin, %80’i emekçilerin, işletenlerin hakkıdır. Netice olarak genel üretim araçlarının mülkiyetinin kıyas yoluyla; İslâm’da devlete ait olduğu ancak tasarruf ve gelirinin aşere-öşür (10’da 1’i, yani %10’u) ve humus’un (5’de 1’i, yani %20’si) fabrika ve tarım işçilerinden alınmak suretiyle kullanımlarının emekçilere, işçilere ve çiftçilere bırakılabileceği apaçık meydandadır. Bir ülkenin tüm yer altı ve yerüstü Milli Gelirinin ve fabrikalarının gelirinin % 20’sinin “devleti ihya edeceği” şüpheden varestedir.
İslâm’ın hem ekonomik görüşünün teorisi, hem de pratiği Kur’an, Hadis, Dört Büyük Peygamber Halifesi Devri ile Hanefi büyüklerinden Muhammed, Yusuf’un ve Mâlik’in vb. ictihatları ile apaçık saptanmıştır. (Bkz. Kitab ül Haraç, İmam Muhammed).
Genel üretim araçlarının mülkiyetinin devletin elinde; gelir ve kullanımının emekçilerin, işletenlerin, çiftçilerin elinde olduğunu bir düşünelim... Emekçiler, üretim araçlarının“geliri kendilerine”ait olduğundan; hem “kişisel katkıda” bulunacaklar (yani kişisel çaba ve kabiliyetlerini kullanacaklar), hem de “çok çalışıp” , “çok kazanmak”isteyeceklerdir.
Bu durum hem emekçilerin, çiftçilerin **“insanca”**yaşamalarını, mutluluğa kavuşmalarını sağlayacak, hem de devlet, genel üretim araçlarının; yer altı ve yerüstü servetlerinin toprak ve fabrikaların gelirlerinin %20 ve %10’unu almak suretiyle (tarım ve tahıl kesiminin %10’u, fabrikaların gelirinin %20’si) büyük bir **“devlet gücüne”** kavuşacaktır.
Bu suretle; içeride,”sosyal hizmetleri o ülkenin en ücra (uzakta, sapa) köşelerine kadar” götürebilme olanağını elde edecektir.
Dışarıda, “düşmana karşı büyük vurucu ve caydırıcı güce sahip” güçlü bir devlet kurabilecektir (Barış isteyen, savaşa hazır olacaktır).
Bütün kutsal değerlere ve kişinin vazgeçilmez düşünce, ifade özgürlüğüne saygılı olacak; kişi hür düşünüp, hür çalışabilecektir. Bu kitabın 4. maddesini tekrar okumakta fayda vardır. Salık veririm.
Hz. Muhammed’in (a.s.v.) Evrim Öğretisi :
Yüce Allah bildirmiştir:
“Külle yevmin hüve fi şa’n – Tanrı her an bir inkılâptadır” (Rahman-29)
Yüce Peygamberimiz (a.s.v.), “İki günü bir olan kişi ziyandadır” buyurmuşlardır. (26)
Öyleyse İslâm, skolastik (tutucu) değil, her an ilerici, doğanın ve evrenin her an evrim yapıp tekâmülüne (olgunlaştığına) inanmaktadır. Bu durumda, İslâm, tekâmülün sonsuzluğunu kabul eder.Bu daimi ve sonsuz tekâmülün, olgunlaşmanın ilk habercisi de Hz. Muhammed Mustafa (a.s.v.) Efendimiz olmuştur.
İslâm’ın evrimci olduğu yukarıda sözü edilen Tanrı ve O’nun büyük Peygamberinin (a.s.v) kutsal sözleri ile 1400 yıl önce açıkça saptanmıştır.
Tanrı,
“Ve küli’l hakkü min Rabbiküm feme’n şâe fe’l yü’min ve men şâe fe’l yekfür – De ki ya Muhammed! Gerçek size Rabbınızdan gelmiştir (Kur’an-ı Kerim). İsteyen iman etsin, isteyen kâfir olsun!.. (Kehf-29)
Ve yine,
“Lâ ikrâhe fi’ddin – Dinde zorlama yoktur!” (Bakara-256)
Bir başka Âyette,
“Leküm diniküm veliyedin – Sizin Dininiz size, Benim Dinim Bana” (Kâfirun-6)
İşte fikir ve vicdan özgürlüğü budur.
(17) Bk. Kur’an-ı Kerim: Âraf-85, En’am-152, Hud-84-85, Şuara-182, Rahman-8-9. Âyetler.
(18)”İslâmiyette rahiplik (ruhbanlık) yoktur”.Bkz.Dipnot 168.
19)Öşür:Zirai gelirlerin onda biri.
(20) Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur:”Bir kimse yiyecek maddesini 40 gün saklayıp, onu sadaka olarak verse; yine de ihtikarının (karaborsa) günahına kefaret olmaz.” (Hz. Ali (k.v.)’den Deylemi; Enes r.a.’den Hatib)
(21)Suyuti, Camiussağir, C.2, S.385,Çev. A.Aydın, İst.-1977
Enes b. Malik r.a.’den, Bezzar ve Taberani.
(22) İbn-i Ömer r.a.’den, Selâmet Yolları, C.3, S.172.
Ayrıca İbn Mâce, Beyhaki ve Taberani.
(23) İslâmiyet, sefaheti şiddetle men ve reddedip,sufehanın malına
el koymayı önermiştir.Çünkü İslamiyet ; Milli gelirin, kişilerin kendi nefisleri için boşuna ve boş yerlerde tüketilmesini asla kabul etmez!İsraf haramdır (Dinin haram ettiği her şey ise israftır).
(24)Mihir: Boşanma olduğunda, kadına tanınan müddet sırasında, onun geçimini sağlayacak para.
(25)Bkz. İslâm tarihinde ilgili konu.
(26) Mevlâna, Mesnevi, C.6, S.432.