Bedeni Ruh Sanmak
Başlangıçta bedeni Ruh yapmaya çalıştılar. Öyle göstermek istediler. Bunu başaramayınca organik olan, Meryem’in çocuğuna “Tanrı’nın oğlu” diyorlar. Bu suretle bedenini de kutsallaştırıyorlar. Hem O’nun organik bir yapı olduğunu kabul ediyorlar, hem de Tanrı’nın oğlu olduğunu söylüyorlar. Bu çelişkinin içinden de ilmen ve aklen çıkamayınca “İncil”de yazılı diyorlar. Nakle (aktarım) sığınıyorlar.
Halbuki Allah, her türlü suret ve şekilden münezzeh, sınırsız muazzam ve tek bir Nur’dur. Çok büyük Nur’dur. Nurların özü, kaynağıdır.
Tanrı Ruh’un da özüdür.
Gökteki güneş, Allah’ın bir damla Nur’udur!..
İsa (a.s.)’ın organik olduğu ispatlı (75) olan bedenini de Ruh gibi gösterip; bu tasarıdan ya da iddiadan hareketle “Ruh ve eb” üçlemesine kalkışıyorlar. Tamamen yanlış (bâtıl) bir düşünüştür (felsefedir).
Gerçek şudur:
Doğada yaygın elektrik, ampul ve elektrikte görülen ışık ile Gökte-Yücede duran Güneş ve yeryüzündeki gölge ile yanyana (bitişik) duran Güneşin ışıklarını apaçık görmekteyiz. Şimdi bu örnekten yola çıkarak düşünelim:
Gölge ve ampul sun’idir, yapaydır. Sonradan olmuşlardır. Sınırlı varlıklardır. Suretleri vardır. Sonra son bulacaklardır. Suretleri ve şekilleri de kendileri ile birlikte fanidir; mahlukturlar.
(75) Hz. İsa, bir Pazar günü, Kudüs’e geldi. Birkaç gününü vaazlar vererek, dinlenerek geçirdi. Perşembe gecesi, ilk defa O’nun fikirlerini kabul eden Havariler’le birlikte yemek yedi. Hıristiyanlık tarihinde bu yemek, “Son yemek” olarak tanınır. Hz. İsa o gece geç vakitte Kudüs’ün arkasındaki Zeytin Dağı’na çıkıp uzun uzun dua etti. Sonra da askerler tarafından tutuklandı. (Hayat Ansiklopedisi, C. 3, Hz. İsa maddesi)
Kusas müessesesi âyini denen bu âyin, Yuhanna’nın dışında üç İncil’de geçer. Hz. İsa’nın etini ve kanını temsil etmek üzere “ekmek ve şarap” kullanılarak yapılan kutsallama âyini, Hıristiyanlığın temel âyinidir.
Ama doğadaki yaygın ve ampuldeki sınırlı elektrik son bulmazlar. Ampul kırılır, bozulur. Ama elektrik, kabloda yine devam eder. Duya bir ampul takıldığında, elektrik yine ışıldar (kendini gösterir). Tıpkı Ruh taşıyan bir insanın bedeninin öldüğü gibi. Beden öldüğü ya da parçalandığı zaman, Ruh kaybolur veya gizlenir. Zira ölü insanda can ile beraber aklın da artık kaybolduğu bilinen bir gerçektir. Ama yeni bir insan (beden) yaratılır ve tekrar Ruh ve Ruhun sıfatı olan akıl ve şuurla konuşma başlar.
Gölge de ampul gibidir. O da sonradan olmuştur. Işığa bağlıdır. Işık olmasa gölge olmaz. Gölge sonradan olan, yapay olan nesneler gibi sonuçta son bulur. Ömürleri kısadır, fânidir. Mahlûktur.
Ama Güneş ve onun sıfatı olan ışığı son bulmaz. Güneşin ışığı hem Güneşin kendidir, hem de ışığıdır. Güneş batarken aydınlattığı düzeyde (diyelim duvarda) ışık bırakmaz. Güneş ve ışığı birlikte gelir, birikte giderler. Ancak duvarlardaki Güneş ışıkları, Gökteki Güneşin tâ kendisi (zâtı), tamamı değillerdir. Dikkat edilirse, ortada iki şey yoktur. Güneş de ışığı da “tek” varlıktır (Nur’dur).
Tıpkı deniz ve dalgaları gibi... Deniz de, dalga da sudur. Yani “tek” varlıktır. İkilik yoktur. Görüntü, belirme (taayyün) de öyledir.
Gölge gider, ampul kırılır, dalgalar çekilir; sahili terk eder. Sahil kurur. Güneş ve ışığı, kablodaki elektrik ve doğadaki yaygın elektrik kalır. Köpükler yok olur; deniz kalır.
İşte gerçek budur!..