Bir de Darwin
İşte bu gerçekleri o zaman için çözmesi mümkün olmayan Darwin'in (20) yaşamında elektriğin, ampulün yeri yoktu. (21) Atomun parçalanmasından(22), Einstein'in (Aynştayn) izafiyet teorisinden de haberi yoktu. Darwin, bir "evrim teorisi" düşüncesine dalmış ve varsayımlarla yola çıkmıştır. İleri sürdüğü evrim teorisinin içinden çıkamamıştır. Eğer Darwin bugün yaşamış olsaydı, muhakkak teorisini yeniden gözden geçirmek gereğini duyardı.
Aklın esası olan, düşünce ve maddenin aslı olan enerji, ışık ve hayat-canlılık niteliği ezelden beri doğada doğal olan somut ve soyut varlıklardır. Gerçeklerdir. "Doğal olarak önceden olmayan, sonra da doğal olarak olamaz ve kendisini herhangi bir nesnede gösteremez".
Eğer hayat-canlılık ve düşünce (akıl) önceden doğal olarak olmasaydı kendisini bitki, hayvan, insan bedeni; insan beyninde gösteremezlerdi. Çünkü canlılık ve düşünce yapay-sun'i varlıklar değillerdir. Gerçek olan budur. (23)
Bu büyük gerçeğe dayanarak şu gerçeği de açıklığa kavuşturabiliriz:
"Demek ki, özde madde ve hayat (canlılık), düşünce (akıl) ezelden beri var olan doğal gerçeklerdir. Bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir". Unutmayalım ki, "Düşünce, Tanrı'sal ve Ruh'sal bir nesnedir". Çünkü Tanrı ve O'nun Emri, Kelimesi, İlâhi Nefesi olan Ruh, "bilgin"dir.
(20) Darwin, Charles Robert: (1809-1882) İngiliz Biyoloji Bilginidir.
(21) Elektriğin ya da ampulün kullanılmaya başlandığı tarih:1900.
(22) Atomun kullanılması: Temmuz-1945. Darwin ile Einstein (Aynştayn) arasında ortalama 100 yıllık zaman farkı var.
(23) Hayat-Canlılık, Akıl-Düşünce, soyut varlıklar ve niceliklerdir. Ancak doğaldırlar, yapay değillerdir. İnsanlar tarafından sonradan yapılmamışlardır. Örneğin; yapay, bilgisayar makineler gibi değildirler
İlim ise, "İlâhi" ve "Ruhani" bir niteliktir. Tanrı ve Ruhu "Alim'dir-bilgin"dir. Tanrı ve Ruhu, "Hay-diri" canlıdır. Tanrı ve Ruhu (Nur-Işık ve kuvvet, güç-enerjidir), "Güç"ün ve "düşünce"nin kaynağıdır.
Bu durumda materyalistlerin; "önce madde var idi, düşünce sonradan oldu" ve idealistlerin, "önce düşünce vardı, madde sonradan oluştu" iddiaları "yersiz”dir.
Gerçek şudur:
Özde ikisi de önceden vardı. Sonra birleşip, bir şeyi birleştirdiler. Bir bütün (tamlık) oluşturdular. Maddenin aslı ışık, enerjidir. (24)
"Elâ lehü'l halkü ve'l emr -Dikkat! Halk-madde de, Emir-(ruh) de Allah'ındır". (A'raf-54).
Düşünce ve akıl ise, Ruh'un sıfatlarından bir sıfattır. Diğer bir Âyet'te Tanrı,
"Kölirruhü min emri Rabbi - De ki Ruh, Rabbimin emrinden". (İsra-85)
Demek ki düşünce ve akıl, Tanrı'nın Emir Sıfatı’ndandır. Emir, halk-madde değildir. Emir, Tanrı'nın "Kelim Sıfatı”-dır. İlâhi nefesidir.İlâhi Nuru'dur. Allah'ın Nefesi, Kelimesi (Emri), yani Nefesi de Nur'dur. Zaten İlâh Kendisi olan Allah, insan'a, Ruhunu üfürdüğünü Kuran’da açıkça bildirmektedir:
"Venefehtü fihi min Ruhi- İnsan'a Ruhumdan üfürdüm".(Sad-72).
Madde ve düşüncenin buluşup birleşmeleri çok önemli bir olaydır. Madde ve Mâna'nın birleşmesi, yukarıda sözü edilen düalizmin, yani ikili çelişkinin buluşup birleşmesidir. Bir zattan uzanan (Tanrı Bir, Eli iki) ve doğada kozmik halde yaygın şekilde objektif durum alan iki gerçeğin: "madde ve düşünce", "beden ve Ruhun (akıl)" birleşip bütünleşmesiyle sübjektifleşmesidir.
(24) Bkz. Bernard Shaw, "Aylakların Öyküsü", "Ruh konusu (Son konu)".
İnsan, tüm maddi nesnelerin ve tüm canlılığın (berrak canlılık), düşünce ve aklın (Ruhun) “sentez”inden oluşan sübjektif bir semboldür.O nedenle Tanrı'nın, yukarıda sözü edilen ve doğada kendisini gösteren İki Eli (iki Sıfatını: Celâl ve Cemâl - Şiddet ve Şefkat, İyilik ve Kötülük, Vahşet ve Letâfet; tüm ikileme- çelişkiyi şahsında toplayan) sübjektif olarak beliren bir Varlıktır İNSAN!...