Hıristiyanlıktaki Teslis Teorisi
“Ela innehu bi külli şey’in muhit - Ayık olunuz, O Tanrı her şeyi kaplamıştır.” (Fussilet, 54)
“Velillahil meşrikü vel mağribü fe eynema tüvellu fesemme vechullah - Doğu ve batı Tanrı’nındır. Hangi yöne yönelirseniz, Tanrı’nın yüzü o yöndedir.” (Bakara, 115)
âyetleri Mutlak Var kendisi olan Tanrı’nın her şeyi kapladığını ve hangi yöne yönelinse Onun yüzünün o yönde olduğu açıklanmaktadır. Öyleyse nesneler, denizin üstündeki köpükler gibi Tanrı’dandır. Onun içindedir ve yine onunla kaplıdır. “Nereye firar?”,
“Fefirru ilallah—Allah’a koş” (Zariyat, 50)
buyrukları ile de Tanrı, bu gerçeği açıklamıştır.
Tanrı’dansın, Tanrı’dasın, Tanrı ile kaplısın ve Tanrı’da yok olacaksın, dönüşün de Tanrı’ya olacaktır. O halde nereye firar edeceksin? Tanrı’ya firar et -koş- âyetine uymak mecburiyetindesin.
“Onun vechinden başkası –hâlik- yok olacaktır.”(Kasas-88)
Âyeti ile nesnelerin bir şey olmadığı, geçici bir tecelli ve belirtiden ibaret olduğu kesinlikle açıklanmıştır.
Her an akılda tutulması ve üzerinde önemle durulması gereken konu şudur: Tanrı’nın güzel adları Tanrı’nın nitelikleridir. Ancak, Huuu-O- Tanrı’nın adı niteliği değildir. “Hu” yani O,Tanrı’nın varlığıdır.Varlık ve Hu kelimesi zamirdir.Ve Hu, yani O, varlığı ifade eder.Gerçek var olan O’dur. Nesneler, hep O Varın belirti ve mertebeleridir. Ondan gelir, Ona döner. O daimidir. Bir tekdir, eşsiz bir’dir. Varın yani TANRI’ nın eşsiz birliği bu kitabın ilk faslında kesinlikle isbatlanmıştır. O kısmın tekrar okunması ve tefekkür edilmesi lâzımdır.
Eş, eşe uymaz.
“Eş eşe uymaz” gerçeği vardır. “Aynı kutuplar biribirini iter” . Tanrı, kendisi için :
“ Refiüdderacat - derecelerin en üstünü” (Mü’min,15)
demiştir. En üstün derece demekle, dereceleri yani nesneler arasındaki farklılığı açıklamıştır. Nesneler, derece derecedir. Tanrı, tüm derecelerden üstün ve eşsizdir. Biribirine eş ve denk nesneler biribirlerini iterler. Eğer Tanrı’dan başka bir tanrı olsaydı, Onlar da bu “eş, eşe uymaz” , aynı kuvvetler biribirini iter kaidesi ile biribirlerini iterlerdi. O zaman bu düzenli, orantılı, mükemmel âlem olamazdı. Bu da Tanrı’nın eşsiz birliğinin zorunlu olduğunu isbatlar. Bu kaideyi Tanrı, kendi eşsizliğini isbatlamak için yaratmıştır. Bu gerçekten, bazı başka gerçekler de meydana gelir: Kadın, erkek,
evlat - baba, halk ve devlet düzenleri ve ilişkileri bu geçeğe dayanır. Bunlar, eşit ve denk kuvvete sahip olurlarsa biribirlerine uymaz, biribirlerini iterler. Bunun neticesi, fesat, -karışıklık, anarşi- olur.
Varlık kendisi olan Tanrı’nın kenarsız olması gerçeği de Tanrı’nın “eşsiz Bir” olduğunu gösterir. Hıristiyanların üçleme, üç-bir, bir üç, nazariyesi sakattır. Sözü edilen varlığın, yani Tanrı’nın eşsizliği gerçeğine aykırı düşer. Ayrıca, var bölünme ve birleşmeyi de kabul etmez. Çünkü varın kenarı yoktur. Bölününce sınırlanır. Birleşmek için yine birleşenlerde sınır kabul edilir. Sınır kabul edilse yokluk düşünülür. Halbuki yok yoktur. Tanrı sınır kabul etmez. O sonsuzdur. Sınırlı varlıklar aslında var olmayıp, onlar, sınırsız Tanrı varlığının tecelli ve geçici belirtileridir. Hıristiyanların yanıldığı nokta, cevher konusudur. Mutlak cevher, eşsiz birdir. Sınırsız ve sonsuzdur. Tanrı varlığını, O –Hu- Ben diye nitelemiştir. O ve Ben kelimeleri zamirdir. Yani Tanrı, zamirdir. Vücudu, cevheri vardır. Ruh, zamir değildir. Ruh, Tanrı’nın emir sıfatıdır. Tanrı’nın kelimesi, kutsal nefesidir. Sıfatla zamiri biribirine karıştırmamak lâzımdır. Gül, yaprağı, kitlesi olan bir varlıktır. Onun kırmızılığı, sarılığı, beyazlığı, onun sıfatı, niteliğidir. Sıfatın kitlesi ve ağırlığı olmaz.
Şu halde, Ruha ancak ve ancak Tanrı’nın Sıfatı diyebiliriz. Tanrı’nın vücudu -cevheri ile- ilişiği yoktur. Yani Ruh, zamir değildir. Zamir olmayınca, Ona vücut düşünülemez. Çünkü var bir tanedir ve kenarsızdır. Diğer nesneler, O varın çeşitli belirtileri - tecellileridir. Ruh da bu belirtilerden bir belirtidir. Tanrı’nın belirtisi, tüm nesnelerdir. Yalnız Ruh Tanrının belirtisi değildir. O da taayyün – belirtilerden bir belirtidir. Tanrı bir ve eşsiz, belirtileri milyonlarcadır. O kenarsız tek varlık, bölünmeyi kabul etmediği gibi, birleşmeyi de kabul etmez. Zira, iki, üç, dört, beş veya daha fazla sınırsız varlık düşünülemez. Varın var olması, sınırsız olmasına dayanır. Sınırlanırsa, çevresinde yokluk düşünülür. Ayrıca var, yoktan var edilmiş kabul edilir. Halbuki ne yok vardır, ne de yoktan bir şey olur. Öyleyse sınırsız var, bir tanedir. Var ikilik kabul etmez. İkilik olmayınca, üçlük, dörtlük nasıl olabilir?
Hıristiyanların, üçleme nazariyesine gösterdikleri ateş örneği ve bir ipi üç kat edip, onu tekrar açıp, üç – bir, bir -- üç örnekleri, saçma ve cahil Hıristiyanları kandırmaktan başka bir şey değildir. O zaman, herhangi biri çıkıp, bir ipi yedi sekiz kat eder ve Tanrı sekizdir, bakın işte bu ip sekiz kıvrımdır, şimdi uzatacağım o bir ip bir tane olacaktır, öyleyse Tanrı sekizdir. Sekiz, birdir, bir de sekizdir gibi saçma laflarına inanmak lâzım gelir.
Ateş örneğine gelince, Hıristiyan papazları, ateşin cevherini – kitlesini- Tanrı’nın Zâtı, hararetini Ruh, yani İsa, rengini de Ruhul Kudus’a benzetip, bundan da üç-bir, bir-üç kaidesini çıkarmaya çalışıyorlar. Bu da sakattır. Bir defa ateşin kitlesi zamirdir. Onun ağırlığı ve boyutu vardır. Bir şeyin var olması, yani zamir olması, sıklet ve boyutu bulunması ile olur. Ateşin harareti ve kırmızı rengi zamir değildir. Hararet ve rengin, ağırlığı ve boyutu olmaz. O halde ateşin kitlesi ile yani cevheri ile ortak değillerdir. Ancak ateşin, renk ve ısı sıfatıdırlar - niteliğidirler. Sıfat, zamir olmayıp, bir şeyin hali, bir niteliğidir. Hıristiyan papazları bu konuda zamirle sıfatı biribirine karıştırma cehaleti içindedirler. Bir defa, sınırsız varlık, ikilik, üçlük ve daha fazlalık kabul etmez. Hıristiyanların bu üçleme teorisi, varlık kendisi olan Tanrı’nın sınırsızlığı kaide – gerçeğine aykırı düşer. Sınırsız varlık, sınırsızlığı nedeni ile bir ve eşsizdir. Bu nedenle, birleşme ve bölünmeyi kabul etmez. Var olan O Tanrı’dır ve binlerce sıfatlar -nitelikler– de o bir tek Varın sıfatlarıdır. Demek ki var olan da O ‘dur ve bütün sıfatlar da O bir tek var olan, sınırı, ucu-bucağı bulunmayan Tanrı’nındır.
Var ayrı şeydir, varın nitelikleri daha ayrı şeydir. Zât ile Sıfatı biribirine karıştırırsak o zaman varın binlerce sıfatlarını da Zât kabul etmemiz lâzım gelir ki, O zaman bir tek var’ı, binlerce etmiş oluruz. Bu da gerçeğe ve bilime aykırı düşer. İşte şaşkın Hıristiyan papazları, bu saçma üçleme teorisini, kendileri de bir türlü içinden çıkamadıkları halde, Hıristiyan halkına indirirler. Onlar da, bunun sapık bir felsefe olduğunu bilmeyip, gerçekmiş gibi kabul ederler. Bu suretle de hâşâ Tanrı’yı üç bilip, âlemlerin bir tek Rabbı olan Allah’a ortak koşarlar ve müşrik olurlar.
Tanrı birdir ve birliğini sever. Tanrı, Tanrılığını kimseye vermez. Sıfat ve nesneler, hep kendi tecellileridir. Zaten kendisinden başka kimse yoktur. Gelip - geçici, denizin üstündeki köpük misali nesnelere, Tanrı denilemez. Hıristiyan papazlarının bazı büyük ruhbanları, bu zamir ve sıfat gerçeğini bilip, Tanrı’nın Zâtında, ikilik, üçlük ve çokluk kabul etmezler. Bu ruhbanlar, Ruhların da, Meleklerin de, dolayısıyla tüm nesnelerin de mutlak ve sınırsız varlık kendisi olan Tanrı’nın nitelikleri ve türlü şekildeki milyonlarca gelip – geçici tecellileri olduğunu ve Mutlak Varın eşsiz ve sınırsız olduğunu ve Mutlak Varın eşsiz bir ve sınırsız olduğunu, bunun da Ulular Ulusu Tanrı olduğunu bilirler. Ancak, cahil papazlara ve şartlandırılmış Hıristiyan kitlelerine bu gerçeği açıklayamazlar. Açıklarlarsa, tekfir edilirler. Tanrı Kur’an’da, bu Tanrı’yı bir bilen ruhbanların, büyüklenmediğini açıklamış, Müslümanlara da Ehl-i Kitab’ın, zalimlerinin dışındaki insanları ile mücadele edilmemesini öğütlemiştir. Bu kitabın başından beri, Mutlak Varlık kendisi olan Tanrı’nın, eşsiz birliği kesinlikle isbatlanmıştır. Bu bilimsel gerçekler, cahil ve müşrik papazların
Teslis - Tanrıyı üçleme teorisini yıkar. Eğer Ruhların, Tanrı’nın Emir Sıfatı olduğunu kabul ederlerse, gerçeği kabul edip İslâm’a yaklaşmış olurlar. Çünkü İslâm, gerçeği kabul etmektir. Tanrı Kur’an’da “
“İnneddine indallahil İslâm – Tanrı’nın yanında din, İslâm’dır” (Âl-i İmran,19)
buyurmuştur. İslâm Dini evrensel olup, tüm insanlığa gelmiştir.
Ayrıca, Hazret-i İsa’nın Ruhu ve Ruhul Kudus, sadece Tanrı’nın Ruhu olmayıp, bütün Ruhlar da Tanrı’nın Ruhudur. Bütün Ruhlar Tanrı bilinse, o zaman Tanrı çoğalır. Halbuki Allah, bir, Sıfatı binbirdir. Her Sıfatında binbir hikmeti olup, her hikmetinde binlerce belirti ve tecellisi vardır. Sıfatla zamir birbirine karıştırılmamalıdır. Zira, Tanrı’nın Sıfatı çoktur. Tanrı’nın Sıfatı yalnız Ruh değildir. Onun binlerce Sıfatı vardır. Sıfatları Tanrı bilirsek, o takdirde Tanrı’yı değil iki, üç, Tanrı’yı binlerce etmiş oluruz.
Hem ateşin sıfatı, onun yalnız kırmızı rengi ve harareti değildir. Ateşin renk ve hararetten başka birçok sıfatı vardır. Ateşte bir çok elementler ve gazlar bulunur. Ateşin renk ve hararetten başka bir çok sıfatı vardır. Ateşte birçok elementler ve gazlar bulunur. Ateşin terkibinde, yüzlerce başka şeyler ve sıfatlar vardır. Ateşin her sıfatını, ateşin kendi zamiri –yani varlığı – bilsek, o zaman ateşi, değil üç şey, yüzlerce şey biliriz. Bu da ilmi bir gerçektir. Üzerinde düşünmek gerekir. Tanrı birdir, Sıfatı binlercedir. Tanrı’nın varlığı, eşsiz ve sonsuzdur.
Hazret-i İsa beşerdir. Bütün Tanrı Peygamberlerinde ve büyük Velilerde olduğu gibi, onda da Tanrı’nın Ruhu vardır. Her insandaki Ruh da Tanrı’nın Ruhudur. Tanrı yolunda yürüyen her insanın Ruhu, Tanrı’ya kavuşunca, kutsallaşır. Tanrı kutsallaşmayı, kedine inanan ve kendi yolunda yürüyen her insana tanımıştır. Zira Allah Âdil’dir.
Hıristiyanlar, Hazret-i İsa’nın doğumu bahsinde de yanılmaktadırlar. Kur’an, İsa örneğinin Âdem – ilk insan örneği gibi olduğunu bildirmiştir. İlk insanı da babasız yarattığını, Tanrı’nın her şeye Kadir olduğunu açıklamıştır. İsa’ya Allah diyenlerin, Allah’ın oğlu diyenlerin, üç bir, bir-üç diyenlerin ve Meryem’e ulûhiyet verenlerin, kâfir –gerçeği örten-, sapık ve müşrikler olduğunu bildirmiştir.
Meryem’e, Cebrail insan ve erkek suretinde görünmüş, İsa’nın Ruhunu, Meryem’e üfürmüş - iletmiştir. Bu olayda Cebrail, sanki baba görevi görmüştür. Çünkü insanın yaratılması, baba – anne ikilisine dayanır. Bu sırla Cebrail, erkek suretinde görünmüştür. Oysa Cebrail, Melektir. Onda cinsiyet yoktur. Diğer insanlara, annesinin karnında iken Ruhu bizzat Tanrı iletir.
“Ve nefehtü fihi min ruhi - İnsana Ruhumdan üfürdüm” (Sad, 72) Meryem’e, Hazret-i İsa’nın Ruhu Melek olan Cibril vasıtasıyla iletilmiştir. Tanrı, böyle dilemiştir. Yoksa Tanrı Cibril’i yaratan Ulu Allah’tır, Cibril’den çok büyüktür. Diğer insanlara Ruhları bizzat Allah iletmiştir. Bütün Ruhlar, Tanrı’nındır ve aslında kutsaldır. Tanrı’nın iletmesi, Cibril’inkinden daha üstündür. Cebrail, Meryem’e erkek suretinde, belki de iç âlemde görünmüştür. Meryem temiz bir kız olduğundan önce korkmuş, sonra Melek olduğunu öğrenince çok sevinmiştir. Melek, Ruhu üfürürken Meryem çok heyecanlanmış ve tatlı bir zevk duymuştur. İnsanın, rüyada zevkle sarsıldığı gibi. Zira Meryem, beşerdir. O Zekeriyya Peygamberin akrabası olup, iffetli bir kız idi. Yer, içer ve uyur idi. Nitekim Hazret-i İsa da yemiş, içmiş ve uyumuştur... Oruç tutmuştur, namaz kılmıştır. İsa’nın beşer olduğunu, yiyip içtiğini, insanlarla düşüp-kalktığını, konuştuğunu, Onun temiz, inançlı arkadaşları Havariler, açıkça bildirmişlerdir. Halbuki, Sonsuz Nur olan Tanrı, yemek, içmek ve uyumaktan münezzeh olup, hiçbir beşer ile konuşmaz. O ancak Vahiy yolu ile konuşur. Buna Melekleri ve Peygamberleri görevlendirmiştir.
İsa, aynen diğer ceninler gibi, Meryem’in karnında yavaş yavaş büyümüş ve dokuz ay sonra diğer çocuklar gibi, Meryem Onu bütün kadınlar gibi normal bir şekilde doğurmuştur. Ruh, Tanrı’nın bir sırrı, Emir Sıfatı, bir Işık, bir Nurdur. O, bir atomda da gizlenebilir. “Meryem, İsa’yı ağzından doğurdu” gibi laflar da cahil papaz saçmalarıdır. Zira, İsa ve Meryem hem beşerdir, hem de insanın karnı ile göğüs kısmı diyafram ile ikiye ayrılmıştır. Kur’an’da Allah, İsa için
“Meryem oğlu İsa” (Maide, 110)
buyurur.
Hazret-i İsa’ya, “Ruhullah” lakabı verilmesi, onun fazla Mistik ve Ruhani bir hâl içinde bulunmasındandır. Bu fazla Mistiklik durumu, bazı Peygamberler ve Tanrı Velilerinde vardır. İsa’nın fazla Mistik olmasının sebebi, Tanrı’nın Cemâl Sıfatından yaratılan kadın ile yine Cemal Sıfatından yaratılan, Cebrail ikilisindendir.
Tanrı, “Hiçbir şeyi negatifsiz (dişisiz) yaratmadığını”(Leyl – 3) Kur’an’da bildirmektedir. Çağın bilimi bu gerçeği bulmuş, atomun bile, pozitif elektriğin ve negatif elektriğin en küçük birimi olan proton ve elektronlardan meydana geldiğini anlamış bulunmaktadır. Negatifsiz bir şey yoktur. Pozitifte -erkekte-, Tanrı’nın Celâli niteliği fazladır. Onun için erkek sert, kuvvetli ve emredici olmuştur. Kadın, Tanrı’nın Cemâli niteliğini taşıdığından, zayıf ve yumuşaktır. Bu yumuşaklık, ona letâfet verir. Onun için güzel ve sevimlidir, çalışkandır.
İşte İsa, ikisi de Cemâli olan Meryem ve Cibril ilişkisi nedeniyle yumuşak, halim ve fazla Mistik bir durum almıştır. Letâfet ve Ruhaniyetin, kendine olan galebesi nedeni ile yarı Melekî bir durum bulmuştur. Mevlâna Celaleddin, “Tanrı, benim Nasutumu Lahut etti” sözü ile bir çok Mistiklerin de, bedeninin Kutsal Ruhun tesirinde kala kala lâtifleşip, Ruh haline dönüştüğünü açıklamaktadır. Şiddetli yanan bir sobanın sacının kızarıp ateşleştiği gibi (buna Tasavvufta: “dış iç oldu” denir) bir psikolojik durumdur. İç yapı, dış yapıya
hakim olunca; Ona Melekleşti, Ruhlaştı, “Melek gibi” , “Ruh gibi” Adam denir. İşte, Hazret-i İsa da bu psikolojik durum fazla olduğundan, Ona da Ruh, Ruhullah denmiştir. Yoksa herkesteki Ruh da Tanrı’nın Ruhu’dur. O Ruhlar da, Ruhullahtırlar. Ancak Ruhların, makam ve mertebelerine göre kutsallıkları, dereceleri değişiktir. Lahut âlemine yükselmiş kişinin Ruhu, “Ruhul Kudus- Kutsi ruh” tur.
“Biz Muhammediler, Hazret’i İsa’yı Tanrı Elçisi büyük insan biliriz ve onu çok sever, sayar ve bütün Peygamberler gibi, Ona selat ve selâm gönderir, Onun Ruhundan da himmet ve dua bekleriz. İncil’i Tanrı’nın kutsal kitabı ve başta Kur’an olmak üzere; Tevrat ve Zebur gibi Onu da Nur biliriz. Hazret-i Meryem’i, sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’in kızı Fatime, annesi Âmine ve karısı Hatice ve Ayşe annelerimiz gibi Pâk ve kutsal bilir, sever ve sayarız, ona “Meryem Anamız” deriz. Bu durumda; Hazret-i İsa ve Meryem Anamız, herhalde bizden razıdırlar. Onların temiz Ruhları bize, Tanrı’dan lütuf ve ikram istemektedir.
Ancak Yahudiler, İncil’i şerifi Havarilerin uydurması bilir ve hâşâ Hazret-i Meryem’e ve Hazret-i İsa’ya ağza alınmayacak insanlık dışı çirkin ve haysiyetsiz sözler söylerler. Meryem anamızı fahişelikle itham ederler. Yüce bir Peygamber olan büyük insan Hazret-i İsa’yı hem inkâr, hem de “nesebi gayri sahih” hâşâ haram bilirler. Biz Muhammedilerin asla ve asla ağzımıza alamayacağımız, çirkin iftiralar etmekten çekinmezler. Bunu bütün Hıristiyan âlemi de kesinlikle bildiği halde; nasıl olur da kendi Peygamberlerini inkârla kalkıp, Ona iftira edenlere, Ona sövenlere, Meryem anamıza fahişe diyenlere İncil Havari uydurması diyen Yahudilere ellerini uzatır ve Onlar, Hazret-i İsa’yı, Meryem’i ve İncil’i kutsal bilen Muhammedilere vahşice saldırdıkları zaman; onlara yardım ederler. Hıristiyan âlemi, Hazret-i İsa’nın Peygamberlerin, Meryem’in ve Ulu Tanrı’nın huzurunda bunun cezasını pek büyük bulacaklardır. Yahudilere yardım eden, Onları Müslümanlara tercih eden Hıristiyanlar, acaba İsa ve Meryem’den utanmıyorlar mı? İnsafsızlığın bu kadarına “Tarih-i beşer” tanık olmamıştır. Halbuki İsa ve Mehdi’nin zuhuru ile Müslümanların ve Hıristiyanların birleşeceği günler de pek uzak değildir. Bu hususu, Hıristiyan Âleminin kalbinde bulunması lâzım olan şefkat ve insaf duygularına terkeder, Onların gerçekten Hıristiyan –acıyıcı- niteliklerine bırakırız. Zalime ve inkârcıya yardım edende Hıristiyan sıfatının bulunamayacağını hatırlatırız.”